TEK BİR MODEL YARATMA PROJESİ
Bir toplumun, dolayısıyla bir ülkenin en büyük ve en tehlikeli problemlerinin başında iki unsur gelir.
İlki; kendi çıkarları uğruna herkesi her şeyi bir kaosun içine sürüklemekten çekinmeyen, bu uğurda yalan söylemekten, kan dökmekten, zulüm etmekten, gasp etmekten, yıkmaktan, yok etmekten, birbirine düşman etmekten ve bütün değerleri bu uğurda kullanmaktan geri durmayan kişi ya da kişiler…
Diğeri ise; bu kişiler tarafından etki altına alınan, organize edilen, kışkırtılan, yönetilen ve öne sürülen itatkar, tehlikeli, cahil ve çürümüş bir topluluk…
Bu iki unsurun birbirinden bağımsız olmadıklarını, birbirini doğurduklarını, beslediklerini, büyüttüklerini, çoğalttıklarını ve bu sayede kendilerini ileriye taşıdıklarını, bu şekilde devamlılığını sürdürdüklerini unutmamak gerekiyor. Dünyanın her yerinde bunların varlığından bahsetmek mümkündür. Bütün anlaşmazlıkları tetikleyen ve bunun sonucunda meydana gelen bütün kötü olayların, bu anlayışın birer ürünü olduğunu kabul etmek gerekiyor. Daha genel bir ifadeyle; kendini en zengin, en iyi, en üst kademede yaşatma; ötekiler diye nitelendirdiği herkesi; küçük görme, dışlama, kendinden ayırma, zayıflatma, yok sayma, gerekirse yok etme projesidir bu…
İnsanların yapısında bulunan ve mevcut durumunu koruyarak gelen; yönetme, alt etme, yok sayma ve en sonunda da yok etme arzusu çok eskilere yani insanların var olduğu günlere dayanır.
Bütün şiddetiyle devam eden bu üstün olma kavgası; göçebe hayattan, yerleşik hayata, bireyden kabile hayatına, kabile hayatından daha büyük topluluklara ve sonrada devletleşmeye kadar giden uzun soluklu bir süreç doğurmuştur. Arkasından da karanlık bir tarih, büyük yıkımlar ve acılarla dolu bir geçmiş bırakarak bugüne kadar dayanmıştır.
Bu durum; ne zaman ki toprağa hükmetme düşüncesi, ihtiyacının üstüne taşıp daha fazlasını ele geçirme, gasp etme düşüncesine dönüştü, dengeler de o zaman daha farklı bir yönde değişmeye başladı. Bu denge; yeni şeylerin keşfedilmesiyle birlikte artık birer ihtiyaç olmaktan çıkıp, güçlü olanın güçsüzü yok etme isteğine dönüştü. En verimli topraklara, en iyi kaynaklara, en stratejik yerlere sahip olma amacı, kendini doyurmanın sınırlarını aşıp, daha fazlasını isteme hatta mümkünse hepsine sahip olma arzusunu tetikledi. Bu doyumsuzluk dolayısıyla beraberinde; büyük anlaşmazlıklar, rekabetler, kavgalar, savaşlar ve ölümler getirdi…
İnsanların doğasında zaten var olan bu doymama hali, mevcut yapılarında giderek daha da köklü değişikliklere yol açtı. Derinlik büyüdükçe büyüdü. Hayatta kalma mücadelesi yok etme çabasına dönüştü. Dolayısıyla insanlar birlikte yaşama duygusunu ve tahammülünü yitirdi. Sevgi, saygı, vicdan, kendisine yetecek olan ile yetinme, bölüşme, paylaşma, koruma, kollama, anlama, empati kurma gibi çok önemli değerler yok olmaya başladı. Ve en önemli şey, utanç denen duygu kayboldu gitti. Buda insanları daha da saldırgan hale getirdi. İnsanlar kaybettikleri her şeyin altına sığınarak; önce doğayı katlettiler. Doğanın kendi kendine kurduğu o eşsiz dengeye müdahale ederek, doğayı alt üst ettiler. Hatta bir çok canlının yaşam alanlarını gasp ederek, onlara zulüm ettiler. Sonra kendi ırkına müdahale etmeye başladılar. Birbirlerine karşı acımasızca bir tutum sergilediler. Bir kesim çıkıp diğer insanların elindeki her şeylerini almaya başladı. Bu yüzden insanlar arasındaki adalet duygusu gittikçe kayboldu. Zor kullanarak elde ettikleri haksız kazanç ile, daha da güçlenerek insanları, sahip olduklarını terkedip, hiç bilmedikleri bir yerde esaret içinde yaşamaya zorladılar. Gidenlerin topraklarına, evlerine yerleştiler, kendilerine ait olmayanın sahibi oldular. Kadınların, çocukların, evlerin, köylerin, şehirlerin…Boş kalan yerlere de, ilerde kendilerine hizmet edecek olanları yerleştirdiler. Gitmeyip, kalmayı seçenlere biat etmeyi ya da asimilasyonu dayattılar. Yani tek bir ırk yaratma şiddetine dönüştürdüler her şeyi. Kendisinden olmayanları tespit edip, sonra amaçları doğrultusunda var olan dengelerini dağıtarak, salt yapısını değiştirerek onlara hükmetme, karşı koyanları da parçalayıp, yok etme mantığını uyguladılar…
Birbirinin içine geçmiş ve birbirine bağlı halde sürdürülen, tamamiyle çıkar ilişkisine dayanan ve birilerini yaşatan, öbürünü öldüren siyasi, sosyal, ekonomik rant ne yazık ki tam olarak geçmişten beridir yürütülmeye çalışılan ve bugünde şiddetlenerek devam eden kirli politikalardan başka bir şey değildir. Bunca baskı, zulüm, gözaltı, işgal, yağmalama, yok etme düşüncesi, kadınlar üzerinde uygulanan vahşet, çocukların öldürülmesi ve ortaya konulan tahammülsüzlük, bütün bunların en açık göstergesidir. Üstelik dün olduğu gibi bugünde amaçlarına hizmet edecek her şeyi, herkesi kullanmaktan da asla geri durmadılar… Din üzerinden yalanlar söyleyerek, zor kulanarak ekonomik güç elde etme hırsı, tek olma hevesi uğruna, insanların, eğitimsizliğinden ve korkularından fayda sağlayarak; öfke, kin, nefret yaydılar. Adaletsizlik, hukuksuzluk ve esaret her şeye, her yere hakim olmaya başladı… Bütün bu argümanlar; kişiler değişsede her çağda, her alanda kurmak istenen imparatorluğa hizmet etsin diye her daim kullanıldı…
ENKAZIN ALTINDA YİNE YOKSULLUK KALDI
Dolayısıyla, bu anlayışı yani AKP-MHP’nin uygulamaya koyduğu bu siyaseti iyi irdelemek doğru anlamak ve yorumlamak gerekiyor. Yarattıkları enkazın altında insanları bırakmayı da, bu enkazdan çıkmayı da iyi biliyorlar. Zıtlıklar ilkesini uygulayarak kendilerine dönük gelişen tüm olumsuz tepkilerden her defasında yeniden kurtuluyorlar. Her dönem bu iktidarın gideceğini ummak büyük bir yanılgı olur. Kolay kolay gitmeyecekleri kadar geniş bir alana yayıldılar. Her şeyi ele geçirdiler. Hukuku, ekonomiyi, siyaseti, eğitimi, toplumsal ve sosyal oluşumları… Gitseler dahi, kendilerinden bir parça, dört bir yana bıraktılar. Tohumlarını insanların arasına attılar. Gün gün suladılar. Son bir kaç yıldır özellkle, o tohumlar yeşerdi ve büyüdü…
Bir olayın üstünü örtmek için başka bir gündem yaratmakta üzerlerine yok. Her şeyin hızlıca çürüdüğü bu dönemde yine de bu yıkıntıların içinde çıkmanın bir yolunu buluyorlar. Çünkü verdikleri yanlış kararın arkasında, yine bu ülkenin yarısına yakın bir halk kitlesi duruyor. Muhalefet, her defasında onların yanlış ve yıkıcı kararlarında kurtarıcıları olma rolünü üstlenmekten geri durmuyor. Yine onlardan farklı olmayan siyasi ve politik anlayışlarıyla yaratılan enkazın yaratıcılarından biri olmaktan başka bir rolü üstlenecek cesarete, anlayışa, düşünceye sahip değiller. Dolayısıyla bu durum, bu ülkeyi daha büyük bir felakete sürüklüyor.
Son bir kaç yıldır geliştirdikleri savaş politikaları 18 yıllık siyasetlerinin bir sonucudur. Olumlu bir siyaset anlayışıyla çıktıkları yolda kendi içindeki çıkar ilişkilerinin zedelenmesiyle birlikte yavaş yavaş asıl anlayışlarına döndüler. Her geçen gün hızla kötüye giden bu durum, bugüne kadar dayandı. Sürekli farklı seçeneklerle kendilerini ayakta tutma hırsı ve isteği, adeta bir yıkıntılar ülkesi yarattı. Her yer toz duman. Göz gözü görmüyor. Kimse kendi önünü ve geleceğini göremiyor. Her gün yeni felaketlere uyanıyoruz. Son yıllarda da, kurtuluşu savaşta görüyorlar. Savaş çığırtkanlığı yapıp duruyorlar. Önce savaşı çıkarıyorlar sonra kendilerini potansiyel kurtuluş yolu olarak gösteriyorlar ve dayatıyorlar. Böylece savaşın enkazı, durmadan parmak salladıkları insanlara kalıyor. Güçlü bir muhalefet aklı olmayınca haliyle başarılı olmaları kaçınılmaz hale geliyor. Fakat en büyük acı halkın omuzunda ve sırtında. Bir kambur gibi insanların belini bükmeye devam ediyor. Savaşın sonuçları haliyle önce ekonomiyi vuruyor. Toplumun içinde kaos yaratıyor. Fiziksel ve psikolojik yıkıntılara sebep oluyor. Son zamanlarda gelişen umutsuzluk, mutsuzluk ve gelişen intihar olayları bu durumun sonuçlarındandır. İnsanlar, bir yandan açlık ve hastalıklarla mücadele ederken öbür yandan savaşın getirdiği kötü zaamanların karanlığında yolunu bulmaya çalışıyor. Elini ovuşturarak, bıyık altından sırıtanların, birşeyler elde etme gayesi ve hırsı yüzünden…
Son birkaç gündür gündem epey sıcak. Hatta kasıp kavuruyor diyebiliriz. Kayıpların üzerini örtmek ve çıkabilecek tepkileri engellemek için mülteciler meselesini ortaya attılar şimdi de. Suriye’ye yönelik başlattıkları saldırıdan sonra, kendilerine destek sunabilecek çokluğu elde etmek için kaçıp sınıra dayanan insanlara önce kapıları açtılar ve burdan bir puan kazandılar şimdi de gitmeleri için elinden geleni yapıyorlar. İlk politik anlayışın zıddını devreye sokarak yine puan kazanma peşindeler.
O insanlar; ölmemek için evlerini, işlerini, aşlarını, ailelerini bırakarak genç, yaşlı, çocuk demeden yola düşerken de öldüler, bugün yine savaş ortamından ve kendilerine saçılan öfke, kin ve nefret zehirinden kaçarken de ölüyorlar…
Sanki her millet, asırlardır kendi toprağında doğup, büyüyüp, ölmüş gibi konuşuyorlar. Oysa kime sorsanız, bir başka yerden, bir şeylerden kaçarken başka bir yerde bulmuşlar kendilerini. Açlıktan, yoksulluktan, ölümden, savaştan….
Ülke genelinde, her kesimden insanların içine nefret tohumlarını attılar. Tohumlar yeşerdi ve meyvesini verdi. şimdi de bu anlayışın olgunlaşan meyvesini toplayıp yemeye çalışıyorlar.
Ne diyeyim; bütün bunlara rağmen, asıl, kendini yedirtene aşk olsun…
Konuyu çok sevdiğim bir sözle tamamlamak istiyorum.
Ingmar Bergman’a sormuşlar:
“Her yerde kötülük var, dünya nasıl kurtulacak”
Bergman: “Utanç, Dünya’yı bir tek utanç kurtarabilir” demiş…
Utanç hepimize uğrasın dileğiyle…
Zarif LAÇİN
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler