Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

İPE ÇEKİLEN HAK/ HALLAC-I MANSUR

-Esat Korkmaz –

Enel Hak, insan-Hak-doğa üçlüsünün; varoluş çemberinin ikinci yarısını oluşturan kavs-i uruc’ta (1) aslına dönmek için yanıp tutuşan insanda somutlanması, dünyalaşması bağlamında Hallac-ı Mansur’un (859-922), kendini aşarak Hakk’a ulaştığını ve Hakk’ın kendisinde tecelli ettiğini kanıtlamak için söylediği, -Ben Hakk’ım, anlamındaki ünlü sözüdür.

26 Mart 922 yılında Bağdat’ta idam edilen şehit-mistik Hallac-Mansur, sonra gelen sûfi kuşaklar için bağlanma kaynağı olmuştur: Tanrı aşkının sonuçlarını ve Tanrı’ya boyun eğişin sır anlamını, yaşam deneyimi durumuna getirmiştir; Cüneyd’in tehlike gördüğü tehlikeyi çiğneyerek bu sırrı vaaz etmeyi, bu sır içinde yaşamayı ve uğruna ölmeyi amaç edinmiştir. Ortodoks dünyanın bu baş zındığı, yasaklı kültürler açısından, acı çekmenin örnek kimliği olarak öne çıkarılmıştır.

Alevilik O’na hak ettiği değeri yüklemiş ve dâr pirlerinin ilk sırasına yerleştirmiştir. Dâr Alevilikte, Hallac-ı Mansur’un asıldığı direk anlamında darağacıdır; Yol’la ilgili törenlerin yapıldığı meydan ya da meydan odasının orta yeri; Dâr-ı Mansur adını alır. Dâr ya da Dâr-ı Mansur, Enel Hak diyen Hallac-ı Mansur’un anısına, Yol’a bağlanmanın ve Yol uğruna canını feda etmenin bir simgesi olarak algılanır. Bir hizmetin konusu olan ya da bir hizmeti yerine getirmek isteyen her can, önce buraya gelir, ayaklarını mühürler, kollarını göğüste çapraz tutar, başını hafif sağa kesik biçimde öne eğer ve teslim olur. Bu duruş, Dâr’ı Mansur olarak adlandırılır. Diğer dâr pirlerine gelince, bunlar; Yol’u için sırtından bıçaklanarak öldürülen ve yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullah Hurûfi ile derisi yüzülerek öldürülen ve dizüstü duruşuyla temsil edilen Seyyid Nesimi, Yol’u için Kerbelâ’da canını veren ve ayak mühürleme duruşuyla temsil edilen Hz. Hüseyin’dir. (2)

Son yıllarında, Bağdat’ta bir ev satın alır ve züht yaşamına çekilir; ama aynı zamanda, daha iyi bir yönetim ve daha adil vergilendirme için sesini yükseltmeye başlar. Halifenin yönetme gücünün neredeyse tükendiği bir dönemde, bu düşünceler gerçekten çok tehlikeliydi. Hallac-ı Mansur’un tetiklediği manevi canlanmanın, halk üzerindeki etkisinin toplumsal-siyasal yapıda karşılık bulacağından korkulmaya başladı. (3)

Hallac, 912 yılının sonunda, Sus kenti yakınlarında tutuklandı: Üç gün süreyle bir direğe bağlanıp teşhir edildi; ardından hapse atıldı. Bağlılarının önemli makamlarda bulunması, toplumsal bir kalkışmadan çekinilmesi nedeniyle hemen idam edilemedi: Irak’ın en yüksek hâkiminin baskıya dayanamayarak ölüm fermanını imzalamasıyla 26 Mart 922 yılında idam cezası infaz edilebildi. İdam gerekçesi, mucizeler göstermek, Tanrı’nın gücünü ele geçirip kötü amaçla kullanmak, Tanrı ile insan arasında aşk bağlantısı kurulabileceğini öne sürmesiydi.

Söylencesel anlatımlara göre, ayakları zincirli Hallac, idam yerine raks ederek ve tasavvufi sarhoşluğunu anlatan bir rubai okuyarak gitmiş; bu sırada halk onu taşlamaya başlamış, arkadaşı Şibli ise taş atmaya eli varmamış ve bir gül atmış. Hallac iç çekerek duruma tepkisini göstermiş: Niçin iç çektiği sorulunca, onlar (taşlayanlar) ne yaptıklarını bilmiyorlar onun için de mazurdurlar. Onun (Şibli’nin) yaptığı gücüme gitti. Zira o biliyor, bunu yapmamalıydı, demiştir.

Bu sahneyi halk unutmak istememiş ve kim bilir belki de yüzyıllar sonra Pir Sultan Abdal’ın ölüm sahnesine taşınmıştır. Öfkesini yenemez ve bir buyruk daha verir Hızır Paşa: Halkın, Pir Sultan’ı taşlamasını ister; taşlamayanların öldürüleceğini bildirir. Herkes bir taş alıp atar; ancak, bu taşlardan hiçbiri Pir Sultan’a dokunmaz. Halkın arasında bulunan ve Pir Sultan’ın musahibi olan Ali Baba, ne yapacağını bilemez. Ama, sonunda korkudan buyruğa uymak zorunda kalır. Ne var ki pirine taş atmaya eli varmaz; gizlice bir gül atar. Pir Sultan kendisine gül atan musahibini görür; çok üzülür ve acısını şöyle dile getirir:

Pir Sultan Abdal’ım göğe ağmaz,
Hak’tan emrolmazsa irahmet yağmaz,
Şu ellerin taşı hiç bana değmez,
İlle dostun gülü yaralar beni. (4)

Hallac’ın elleri ayakları kesilmiş, çarmıha gerilmiş ya da darağacına çekilmiştir. Güçlü olasılıkla Hıristiyan ikonografisinde çarmıha gerilmiş İsa betimiyle örtüşmesi uygun bulunmamış ve çarmıh yerine darağacı geçmiştir. Ardından boynu vurulmuş ve vücudu yakılarak külleri Dicle Nehri’ne savrulmuştur.

Yaşamı boyunca söylemi davranışlarıyla bu sonun hazırlığını yapmıştı Hallac: Öldürün beni ey sadık dostlarım; çünkü öldürülmemdedir benim hayatım, diye haykırmıyor muydu? İşte arzuladığı son gelip çatmıştı.

KAYNAKÇA
(1) Korkmaz, Esat; Anadolu Aleviliği, Berfin Yayınları, Üçüncü Baskı 2015, s, 35-36
(2) Korkmaz, Esat; Simgeler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar yayınevi; İstanbul- 2010; s, 280-281
(3) a.g.e; s, 75-88 arası
(4) Pehlivan, battal; Pir Sultan Abdal, Demos Yayınları, İstanbul- 2012, s, 204-205

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir