Türkiye Tarihinin Herhangi Bir Döneminde Gerçek Bir Laik Ülke Oldu mu?

– Rasim Öztaş-
Bugün Orhan Pamuk Ayasofya’da namaz kılınması ile ilgili yaptığı açıklamada “Bu, basitçe, ‘Kemal Atatürk’ün laikliğine artık saygı duymuyoruz’ demek anlamına geliyor” demiş. Benzeri düşüncelere sahip olan çok kişinin olduğunu tahmin etmek zor değil. Türkiye’nin gerçekten laik bir ülke olup olmadığı sorusunu bu nedenle sordum?
Meseleye doğru bir yönden bakmayınca doğru sonuçlara varmak yanında, sorunun çözümü için doğru adımlar atmakta mümkün olmaz.
Bugün Ayasofya’da namaz kılınması Cumhuriyetin ilk yıllarında getirilen Laikliği ortadan kaldırmak için mi yapılıyor, yoksa Türkiye’de gerçek anlamda bir laiklik olmadığı için böylesi gerici adımları atabiliyorlar?
Bunu anlayabilmek için laikliğin ne olduğunu, Türkiye’de var olduğu söylenen ya da cumhuriyetin ilk yıllarında getirilen Laiklik ilkesinin gerçek anlamda bir laiklik olup olmadığını iyi anlamak gerekiyor.
Laiklik kısaca, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak görülür. Avrupa’daki burjuva demokratik devrimleriyle ortaya çıkan bir kavramdır. Çağdaş, insan haklarına ve inançlara saygılı ve eşit mesafede duran devletlerde olması gereken bir anlayıştır.
Laiklik kavramının ilk kez 1789 Fransız Devrimi’nden sonra tartışılıp, yasalara girdi. O tarihten sonra burjuva demokratik devrimlerini yapmış ülkelerde uygulanmaya başlandı.
Türkiye’de Laiklik kelimesi Fransızcada Laicitè kelimesinin karşılığı olarak türetilmiştir. Bu kelime cismi ve bilimsel olan ile, soyut ve dinsel olanı birbirine karıştırmama anlamına gelir.
Türkiye Burjuva Demokratik Devrimi’ni yapamadığı için, her konuda yaşanan çarpıklık laiklik meselesinde de ortaya çıktı.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda hilafetin kaldırılması, şeriat mahkemelerinin kapatılması, medeni kanunda yapılan bazı düzenlemeler, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, eğitimde Latin harflerine geçilmesi gibi yaşamın çeşitli alanlarında bazı adımlar atılıp, ardından da laiklik ilkesini anayasanın içine konularak, anayasanın değiştirilemez maddelerinden biri haline getirilmesi gibi bazı yenilikler yapıldı. İlk bakışta Cumhuriyetin ilk yıllarında hayata geçirilen bazı uygulamaların toplumu ileri taşıma adına yapılmış olumlu düzenlemeler olduğunu söylemek mümkün. Laiklik ilkesi de bunlardan biridir.
Elbette laiklik bir ülke için iyi bir durumu ifade eder. Bu nedenle Atatürk döneminde Anayasanın değişmez maddelerinden biri haline getirilen laiklik ilkesini olumlamakla birlikte, bu ilkenin pratikte yansımalarına baktığımızda çok fazla iyimser bir tablonun karşımızda durmadığını görmek gerekiyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hayata geçirilen uygulamalara rağmen, Türkiye’de var olan durumu laiklikle açıklamak ve Türkiye’ye laik bir devlettir demek pek mümkün gibi görünmüyor. Bu nedenle Türkiye’deki laikliğin kağıt üzerinde kalan bir laiklik olduğunu görmek gerekiyor.
Laik bir devletin halkın inançlarını yönlendirip, kendisine göre dizayn etmeyeceğini aklı başında herkes bilir.
Şimdi laik bir devlet olduğunu söylemekle kalmayıp laikliği Anayasal güvence altında olan Türkiye’de insanların inançlarına devlet eliyle nasıl şekil verilmeye çalışıldığını açıklamaya çalışalım.
Tekke ve Zaviyeler Kanunu çıkarken bütün inançlardan tekke ve zaviyeler kapatıldı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması laiklik anlamına gelmiyor. Aynı şekilde hilafetin kaldırılması, Şeyhülislamın yerini Diyanet İşleri Başkanı’nın alması da laiklik anlamına gelmiyor. Kurulan yeni cumhuriyetin yöneticileri inançlara dayalı bazı kurumları kaldırıp yerlerine yeni kurumlar koyarken, bunun laiklik olmadığını biliyor olmalıydılar. Buna rağmen ortaya çıkan tabloyu laiklik olarak adlandırdılar.
Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevilere ait olan dergahların kapatılmasının yanında, Sunni inancına bağlı tarikatların tekke ve zaviyeleri de kapatıldı. Fakat bu durum Sunni inancına bağlı tarikatların faaliyetlerine yasak getirmedi. Bilakis bu inanca bağlı tarikatlar devlet eliyle camilerde, üstelik devletin güvencesi altında faaliyetlerine devam ettiler. Bugün bazı camilerin bazı tarikatlara ait olması bunun sonucudur. Her şeyden daha önemli olansa, devlet açtığı camilerle, Sunni inancına göre yetiştirdiği imamlarla bu mezhebin inançlarını tarikatların uzanamayacağı noktalara, ulaşılması kolay olmayan köylere kadar götürdü. Resmi görevliler eliyle bir mezhebin inançlarının memleketin en ücra köşesine kadar taşıyan bir devlette laiklikten söz etmek çok anlamlı değildir.
Burada Sunni inancına yasaklar getirilsin dediğim sonucu çıkmasın. Bu inanca sahip insanlar kendi inançlarını hiçbir baskı altında olmadan, kendi ibadethanelerinde yapma özgürlüğüne her zaman, her koşulda sahip olmalılar. Bu konuda yapılacak itiraz, devletin bu inancın memleketin dört bir yanına hakim olmasına aracılık etmesi durumuna olmalı. Devlet başka dinlere ve mezheplere de benzeri ayrıcalıklar getirse, aynı tavır ortaya çıkacak bu duruma karşı da gösterilmelidir. Devlet bütün dinlere ve mezheplere eşit mesafede durmalıdır.
Devlet Sunni inancına göre şekillendirilmiştir. Okullarda zorunlu din derslerinin olması, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin yaygınlaştırılmasını, eğitimin bu inanca göre şekillendirilmesini, her mahalleye, her köye cami açılmasını, hatta Alevi köylerinin bazılarına cami yapılmasını, devlet eliyle camilerde kuran kursları düzenlenip, çocuklara Sunni inancının eğitiminin verilmesini, hukuk sisteminin bir mezhebe göre şekillendirilmesini nasıl laiklik olarak adlandırabiliriz? Bu nedenle ülkede var olan durumun insanlara laiklik olarak sunulması doğru değildir.
Hiçbir laik ülkede, Türkiye’de olduğu gibi devlet memuru kadrosunda olan 130 bin din adamı yoktur. Hiçbir laik ülkede din işlerine bakan bir kurumun, Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı gibi icracı bakanlıklardan daha büyük bütçesi yoktur. Hiçbir laik ülkede eğitim sistemi bir mezhebe göre şekillenmemiştir. Bütün bu gelişmelerin ortaya koyduğu tek sonuç var, o da Türkiye’de dinle devlet işlerinin ayrı olmadığı, aksine devletin dini yönlendirdiği ve devletin bir inanca göre şekillendiğidir. Bu nedenle Türkiye’de laiklikten söz etmek mümkün değildir. Yine bu nedenle laikliğin olmadığı bir ülkede, olmayan laikliği korumaya çalışmanın mantıklı bir açıklaması yoktur.
Devletin dini yönlendirmesini diğer inançlardan olanlara karşı gösterdiği yasakçı politikalarda da görebiliriz. Hristiyanlara ait cemaat vakıflarına yasaklar getirilmesi, Hristiyan vakıflarına ait gayrimenkullere el konulması, kiliselerin camiye çevrilmesi, Ruhban Okulu’nun uzun yıllardır yasak olması ve hala daha açılmasının önündeki engellerin kaldırılmaması, 2014 yılında geri verilmiş olsa da, Midyad’taki Süryanilere ait Mor Gabriel Manastırı’na ait topraklara uzun yıllar el konulması, bugün İstanbul’daki Ayasofya’da yaşananlar gibi Trabzon’da Ayasofya Kilisesi’nin camiye dönüştürülmesi, Müslüman olmayan insanlara karşı kullanılan aşağılayıcı sözlerin devlet nezdinde kabul görmesi gibi daha bir çok uygulamadan, devletin dini nasıl yönlendirdiğini, bu nedenle dinle devlet işlerinin bu kadar iç içe geçtiği bir ülkede laiklikten söz edilemeyeceğini verdiğimiz ve bu konuda verilebilecek onlarca örnek gösteriyor olmalı.
Laik bir devlet bütün dinlere, mezheplere eşit mesafede durur. Bu nedenle devletler hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun bütün inançların haklarını hukuksal güvenceye kavuşturmalıdırlar. Bununla birlikte hiçbir dine ve mezhebe ayrıcalık gösterilmemeli, onun için ibadet yerleri açılmamalı, maaşla din görevlisi atanmamalı, din görevlilerini kendi inancına göre yetiştirmemelidir.
Laik bir devletin dini inancı olamaz. Bir devletin içinde yaşayan halkların dini inançları olabilir, ama devlet bu konuda nötr olmalıdır.
Bütün bunlar cumhuriyetin kurulduğu günden beri yaşanan sorunlar. Bu sorunlar olmasaydı ya da gerçek anlamda bir laiklik olsaydı bugün ne AKP diye bir parti olurdu ne de bu partinin 18 yıldır hayata geçirdiği gerici dalga olurdu. Bu nedenle ilk tartışılması gereken AKP’nin olmayan laikliği kaldırmaya çalışması değil, Türkiye’de gerçek anlamda bir laikliğin bugüne kadar olup olmadığı olmalıdır. Bu mesele tartışılıp doğru bir sonuca varıldığında AKP’nin bu gerici dalgayı yaratmak için nereden cesaret aldığı ya da bu gerici dalganın önüne geçmek için ilk önce gerçek bir laikliğin istenmesi gerektiği görülür.

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler