Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

AABK / AABF GENEL BAŞKANI HÜSEYİN MAT’IN ALEVİLERİN SESİ DERGİSİ’NİN 250.SAYISINDA YER ALAN RÖPORTAJININ TAM METNİ

Gazateci Fuat Ateş, AABK Genel Başkanı Hüseyin Mat ile Alevilerin kazanımları, toplumsal ve örgütsel durumları üzerine kapsamlı bir röportaj yaptı.  Başkan Mat’ın bu röportaj da Alevi toplumunun ve Alevi örgütlerinin içinde bulundukları duruma, mücadeleyle elde edilen Alevi kazanımlarına, kadro ve itifaklar sorununa, Alevi hareketinin  tıkanıklığı  aşarak kendinsini yeniden yapılandırmasına ve daha birçok konuya ilişkin görüşlerin açıkldı.  Fuat Ateşi’in yaptığı röportajı önemsiyoruz ve daha geniş kitlelere ulaşmasına katkı da bulunmak için, röportajın tam metnini Alevi Haber Ağı’nın sayflarında olduğu gibi yayınlıyoruz.

Fuat Ateş: 1.)  2018 genel kurulundan bu yana iki yıllık bir süreç geride kaldı. AABF Yönetim Kurulu olarak bu çalışma dönemini nasıl geçirdiniz? Öne çıkan başlıklar neler oldu?

Son iki yıl oldukça yoğun ve hareketli geçti. Genel kuruldan sonra yönetim kurulu olarak üç yıllık çalışma dönemini, üç bölümde ele aldık.

Birinci bölüm, 30 Kuruluş Yıldönümü etkinlikleri, ikinci bölüm Tüzük ve Program Kurultayı ve üçüncü ve son bölüm ise eksiklikleri, yapılamayanları tamamlamak ve seçimli genel kurula kurumumuzu hazırlamak üzerine çalışmalarımızı planladık.

Bu arada planladığımız üç bölümlük çalışmalarımıza ve faaliyetlerimize paralel olarak önümüze koyduğumuz hedeflerimize ulaşabilmek ve yeni kazanımların, başarıların altına imza atmak amacıyla özellikle diplomasi çalışmalarımızı daha da yoğunlaştırarak, diğer faaliyetlerimiz ve sorumluluk alanlarımızla birlikte yolumuza devam ettik.

Birinci bölüm (birinci yıl) AABF´mizin de 30. Kuruluş Yıldönümüne denk gelen bu dönemde çok yoğun bir çalışma ve faaliyet dönemini hep birlikte yaşadık. 2018-2019 çalışma ve faaliyet dönemini 30. Kuruluş Yıldönümüne atıf ederek planladık ve gerçekleştirdik.

  1. Kuruluş Yıldönümümüz kapsamında bir yıl boyunca, AABF’mizin tanıtım videosunu ve broşürünü (Türkçe ve Almanca) hazırladık, AABF’mizi tanıtmak amacıyla eyalet meclislerinde tanıtım resepsiyonlarını yaptık. Cemevlerimiz açık kapı günü organize etti, bir yıl boyunca 25 Türkçe ve Almanca dilinde olmak üzere Delil Eğitim Akademi´mizle birlikte sempozyumlar ve paneller gerçekleştirdik.
  2. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerimizin finalini ise, 28 Eylül 2019 tarihinde “Yol Bir Sürek Binbir Barış Senfonisi” ile Köln Lanxess Arena´da onyedi bin canla birlikte büyük bir coşku, heyecan ve gururla kutladık. Zulme ve zalimlere karşı dik durmak, her yerde ve her zaman bizim onurumuzdur. Bu amaçla etkinliğimizde mazlum dilleri, inançları, kimlikleri, halkları bir araya getirdik, buluşturduk. Zalimlerin zulmüne inat, mazlumların dayanışmasını ortaklaştırdık ve bunu tüm dünya ile paylaştık.

Ayrıca, Almanya Cumhurbaşkanı, Almanya İçişleri Bakanı, Eyalet Başbakanları ve Almanya’nın prestijli en yüksek sivil toplum kuruluşlarından gelen kutlama mesajları yaşadığımız ülkede ne derece kabul göründüğümüzü ve saygın bir kurum olduğumuzu bir kez daha ortaya koymuş oldu. Bu da bizi ziyadesiyle memnun etti ve gurur duymamıza vesile oldu. Çok başarılı ve dolu dolu bir yılı böylelikle geride bırakmış olduk.

Bir yıl boyunca gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimizde bizi yalnız bırakmayan, her türlü destek ve katkıyı büyük bir fedakârlıkla sunan başta Cemevlerimize, yöneticilerimize, canlarımıza ve dostlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Çünkü birçok canımızın çok büyük emekleri oldu.

Ayrıca son iki yıl boyunca çok önemli kazanımlara ve başarılara imza artık. AABF 30. Kuruluş Yıldönümümüzün en değerli kazanımlarından biri olan; 9 Nisan 2019 tarihinde Rheinland-Pfalz Eyalet Başbakanı Malu Dreyer ile 13 Maddelik Hak Eşitliği anlaşmasını imzaladık. Rheinland-Pfalz Eyalet hükümeti ile AABF arasında bu hak eşitliği anlaşması ile AABF, Alevilerin Rheinland-Pfalz Eyaleti’ndeki eşit haklar mücadelemiz için bir mihenk taşı ve kazanımı olarak tarihe geçmiştir.

AABF olarak bir ilke daha imza atarak, Köln-Wuppertal Konservatuvarı ile birlikte önemli bir projeye başladık. Bağlama ve Koro Sertifika Eğitim programı altındaki bu proje ile Müzik Akademisi’nin ilk adımını attık. Bağlama ve Koro Sertifikası gerek kurumlarımız gerekse resmi Müzik Okulları için kabul edilir bir belge niteliği taşıyacaktır. Bu vesileyle konservatuar çalışmalarımız da başlamış oldu. AABF olarak bu projenin amacının, akademik alanda, donanımlı ve profesyonel kadroların yetiştirmek ve yetişen kadrolarla yeni akademik alanların ve yeni eğitim sistemlerini geliştirmek olacaktır.

Hamburg Üniversitesi Dünya Dinler Fakültesi Alevilik Anabilim Dalı Bölümü’nde bir profesör kadrosunu üçe çıkarmayı başardık. Ayrıca Tübingen Üniversitesi’nde Alevilik Kürsüsü ile ilgili ciddi bir gelişme var. Görüşmelerimiz yoğun bir şekilde sürüyor. Ayrıca Schleswig Holstein Eyaletin’de Hak Eşitliği Anlaşması’nda önemli bir gelişme söz konusu oldu. Bu eyalette de Hak Eşitliği Anlaşması’nı yakında imzalamayı hedefliyoruz.

  1. Kuruluş Yıldönümümüze denk gelen güzel bir gelişme ise, kurumumuzu en çok meşgul eden ve enerjimizi alan merkezi bina borcumuzdu. Mart 2019 tarihinde ödediğimiz son kredi taksitiyle borcumuzu bitirmiş olmanın sevincini hep birlikte yaşadık.

Nisan 2018 tarihinde yaptığımız olağan seçimli genel kurulumuzda ifade ettiğim gibi hedeflerimizin başında, AABF Genel Merkezimizde istihdam edilecek şekilde kendi çalışma ve faaliyet alanlarında uzman, liyakat sahibi canlarımızdan profesyonel kadroların oluşturulmasıydı. Şu ana kadar ifade ettiğim çalışmalarımıza paralel olarak en önemli gelişmelerden biri de bu hedefimize neredeyse ulaşabildik diyebilirim. Diplomasi çalışmaları, Hukuksal süreçlerin takibi, Proje geliştirme, Muhasebe birimi, Cemevlerimizle ilişkiler, Alevilik Dersleri, Sosyal çalışmaların geliştirilmesi, Cenaze fonu, Alevilerin Sesi Dergisi gibi çalışma ve faaliyet alanları da genel merkezimizde profesyonel kadrolar oluşturduk. Yani AABF Genel Başkanı, Yürütme ve Yönetim Kurulunun performansından bağımsız, genel merkezimiz hiç bir sorun yaşamadan üstüne düşen sorumluluk kapsamında çalışmalarını ve faaliyetlerini rahatlıkla yürütebilecek bir kurumsal hüviyete kavuşmuş oldu. Bu kurumumuz açısından son derece önemli bir gelişmedir ve daha da geliştirilmelidir. Cemevlerimizin geleceğini düşündüğümüzde, profesyonel kadroların ne derece önemli olduğunu özellikle vurgulama istiyorum. Özellikle metropoller de faaliyet yürüten ve üye sayısı dörtyüzün üstünde olan Cemevlerimiz mutlaka bir profesyonel kadroya ihtiyaçları var ve bu profesyonel kadroyu mutlaka yaratmalıdırlar.

Değerli bir gelişme de uzun uğraşlarımız sonucunda, Konfederasyonumuza bağlı federasyonlarımızda hizmet veren Ana/Dedelerimizin katılımıyla, 25 Mayıs 2019 tarihinde Oberhausen Cemevimizde AABK İnanç Yol Erkan Kuruluş Kurultayı’nı gerçekleştirdik. Böylece eksik bıraktığımız, “AABK İnanç Yol Erkan Kurulu” kurulmuş oldu.

Konfederasyonumuzun öncülüğünde diplomasi çalışmalarımız da yoğun bir şekilde devam etti. Bu uğraşlarımız sonucunda Avrupa Birliği bünyesinde, Avrupa Birliği Milletvekillerinin öncülüğünde “AB Alevi Dostluk Grubu” kurmayı başardık.

Ayrıca, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonumuz ile birlikte çok önemli ve bir o kadar değerli olan; “Avrupa’daki Alevi Kültür Merkezi ve Cemevlerimizin, Türkiye’deki bir Cemevimizle Müsahip-Kardeş olması, AABK Alevi Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu ve Öğrenci Burs Desteği” olmak üzere bu üç değerli projeyi başlattık. İnsana ve topluma dokunmadan, sosyal yardımlaşmayı ve dayanışmayı yükseltmeden, geleceğe dair bir perspektif sunmadan, güven ve umut vermeden büyüyemezsiniz ve çekim merkezi olamazsınız. Kısacası sürekliliğiniz olmaz ve ayakta durmazsınız. Bu nedenle bu üç proje de bizim olmazsa olmazımız, daha doğrusu varlık gerekçemiz olan amaçlarımızın ve çalışmalarımızın başında geliyor.

Yine bu süreçte, her zaman olduğu gibi AABF olarak, Türkiye’de ve Avrupa Alevi hareketinin temsilcisi kurum ve kuruluşlarla musahipçe ilişkiler geliştirmeye devam ettik. Türkiye’nin demokratikleşmesi, laikleşmesi ve sosyal bir hukuk devleti olması, çağdaş bir yaşama kavuşması için faaliyet sürdüren, musahip Alevi Federasyonları, Vakıflar, Dernekler ve Cemevleri ile ortak çalışmalar ve dayanışma faaliyetlerinde bulunmayı ihmal etmedik. Bu çalışmalarımızın en değerli ve güzel sonuçlarından biri ise, Türkiye Alevi Dernekleri Federasyonumuzun, AABK’mıza üye olmasıdır.

Umuyorum, bu gibi bir araya gelmeler daha da çoğalır, daha da büyür. Alevi kurumlarının bir araya gelmesini çok önemsiyorum, çok değerli buluyorum. Keza AABK´mızın bir bileşeni olan AABF´miz, Avrupa´da güçlü bir Alevi örgütlenmesinin yaratılması, güçlü ve tek çatı altındaki birliğinin sağlanması doğrultusunda, ulus-ötesi Alevi kimliğine denk düşecek uluslararası çalışmalarımızı da sürdürdük.

Son iki yıl boyunca 30. Kuruluş Yıldönümü kapsamında yaptığımız başarılı etkinliklerimizle, elde ettiğimiz kazanımlarımızla eş-dost bizi daha net görme ve anlama şansına sahip oldu. Biz birlikte güçlüyüz. AABF ailesi kendi öz gücüyle, yüzbinlerce Can’ın Avrupa´daki en kitlesel ailesi, çatısı ve merkezi olduğu bir kez daha ortaya koydu. Aleviliği inkâr, asimile ve imha etmeye çalışan odakların akıllarına korku ve endişe, canlarımızın, dostlarımızın gönül bahçesine ise umudu ektik, gücümüzü ve AABF’miz ile bir kez daha gurur duymalarını sağladık.

  1. COVID-19 pandemisini takip eden süreçte program ve tüzük çalışmaları ve de bunların ardından yapılması planlanan kurultay rafa kalktı. Önümüzdeki süreçte bu çalışmalar tekrar gündeme gelecek mi (hızlandırılacak mı)?

Bahsettiğim gibi ikinci bölüm (ikinci yıl) ise, Tüzük ve Program Kurultayı idi. Kurultay için Yol Bir Sürek Binbir Barış Senfonisi etkinliğimizden hemen sonra çalışmalarımıza başladık. 2018 seçimli genel kurulumuzda da bahsettiğim gibi,1988 yılında onaylanan programımızın daha da zenginleştirilmesi, sürecin dayattığı meselelere ayna tutacak, güncel sorulara cevap verecek, perspektifini daha da genişletecek, kurumumuzun geleceğe dair hedeflerini, çözümlerini ve vizyonunu ortaya koyacak yeni bir programa ihtiyacımız var. Bu bağlamda tüzük ve program kurultayına ihtiyaç duyduğumuzu ve bunu gerçekleştireceğimizi de paylaşmıştım. İlk işimiz alanında uzman ve toplumumuzun düşünce, tercüme ve bilgisine güvendiği canlarımızla birlikte tüzük ve program taslağı hazırlamak oldu. Daha sonra birim ve organlarımızda hizmet veren yöneticilerimizin önerilerini aldık. Sonra hazırladığımız taslakları Cemevlerimize yolladık ve ardından bölge toplantılarıyla bir araya gelerek hazırlanan taslakları tartışmak ve son şeklinin verdikten sonra onaylamak amacıyla, 9/10 Mayıs 2020 tarihinde Tüzük ve Program Kurultayımızı yapmayı planlıyorduk. Süreç planladığımız gibi işlerken birden bildiğiniz gibi Covid-19 virüsü çıktı ortaya.

Toplumun en yoksul, dışlanmış, emekçilerinin mağdur eden Covid-19 salgını sürecini yaşamamış olsaydık, 9 – 10 Mayıs 2020 tarihlerinde Tüzük ve Program Kurultayını gerçekleştirmek için bir araya gelecektik. Maalesef olmadı. Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere federal ve eyalet hükümetlerinin aldığı kararlar doğrultusunda hareket ettik ve AABF Yönetim Kurulu olarak, daha federal ve eyalet hükümetleri karar almadan mart ayı başından itibaren tüm etkinliklerimizi ve toplantılarımızı mayıs ayı sonuna kadar iptal ettiğimizi kamuoyuyla paylaştık.

Çünkü inancımızda en kutsal varlık insan yaşam hakkıdır. İnsan, çevre ve doğayı tehdit eden bu Covid-19 virüs salgını karşısında ne gerekiyorsa, yerine getirmeyi bir görev ve sorumluluk bildik. Buradan bir kez daha Cemevlerimize çok teşekkür ediyoruz. Alınan kararlara ve tedbirlere en iyi şekilde uyarak, gereken her türlü adımı titizlikle atmaları sonucunda, Almanya´da örnek gösterilen bir inanç toplumu olmamızı sağladılar.

Evet, yaşadığımız bu olumsuz gelişmelerin karşısında sadece etkinliklerimizi iptal etmedik. AABF Genel Merkezi olarak çalışmalarımıza, çalışan emekçilerimizle birlikte hız kesmeden devam ettik. Yeri geldi Homeoffice, yeri geldi dönüşümlü olarak genel merkezimizdeki görev ve sorumluluklarımızı yerine getirerek, faaliyetlerimizi ve rutin işlerimizi takip ettik.

Covid-19 salgınının ortaya çıkmasıyla birlikte, ortaya çıkardığı sorunların çözümüne dair süreci iyi bir şekilde yönetebilmek amacıyla kriz masası kurduk. Cemevlerimizin, üyelerimizin, dostlarımızın sorunlarına destek vermek amacıyla Dayanışma Hattı oluşturduk. Buna paralel olarak federal ve eyalet hükümetlerinin aldığı kararları ve tedbirleri kurumlarımızla anında paylaştık, paylaşmaya devam ediyoruz.

Ayrıca Cemevlerimizin bu olumsuz süreçte maddi anlamda yaşayabilecekleri sorunları bir nebze de olsa hafifletmek ve destek vermek amacıyla, 25 Nisan 2020 tarihinde yönetim kurulu toplantımızda aldığımız kararlarımızı kurumlarımızla paylaştık. Aldığımız kararlar doğrultusunda, Cemevlerimizin genel merkezimize olan borçlarını ve eyalet temsilciliklerimize, kadın ve gençlik birimlerimize ödemek zorunda oldukları aidatları Nisan 2021 tarihinde yapacağımız olağan seçimli genel kurulumuza kadar durdurduk. Böylelikle ekonomik yüklerini kısmen de olsa hafiflettik. Buna paralel olarak Hukuk Birimimiz, Cemevlerimizin sorunlarına dair danışmanlık hizmetini sundu, sunmaya da devam ediyor.

Sorunuza dönersek, devletler, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları her biri bir canlı organizma gibidir. Sürekli yenilenmeye, çağa uyacak perspektifler ortaya koymaya ve güncel sorunlara çözüm üreterek geleceğe dair çözüm önerilerini ve vizyonlarını belirlerler. Süreci böyle işletemeyen kurumlar yok olmayla baş başa kalırlar. Bu bakış açısıyla yola çıkan ve 22 yıl önce program kurultayını yapan kurumumuzun mutlaka dününü, bugününü ve yarınını tartışmak ve kuruluşundan bugüne kadar ortaya çıkan sorunlarına, eksikliklerine, aksayan yönlerine cevap aramak zorundadır. Aksisi kötü günlerin başlangıcı olabilir.

Sonuçta değişen, dönüşen bir dünya, yeni bir nesil, farklı bakış açısına sahip gençlerimiz var. Çağımızın doğal olarak dayattığı koşullar ve beklentiler de ortaya çıkan farklılaşmalar var. Bu gerçeği görerek ve bunu anlatılarak gelecek yeni kuşakların sahip çıkabilecekleri bir kurum bırakmak zorundayız. Bunun da yolu tartışmak, fikir fırtınası yaratmak, görüş ve önerileri bir paydada toplamak, sentezlemek ve çözüm paketini, geleceğin reçetesini yazmaktan geçiyor. Bu nedenle Covid-19 salgını nedeniyle ertelemek zorunda kaldığımız Tüzük ve Program Kurultayımızı, tarihi ve koşullar ayarladıktan sonra mutlaka yapacağız.

  1. Madımak ve Çorum Katliamı’nda kaybettiklerimiz için yapılan anma etkinlikleri de pandemi önlemlerinden nasibini aldı ve bu yıl kısıtlı bir katılımla anıldı. Gelecek sene bu önemli anmalar geçmiş dönemlerdeki gibi kitlesel bir katılımlarla mı gerçekleşecek?

Maalesef bu yıl pandemi nedeniyle her yıl olduğu gibi kitlesel bir katılım olmadı.

Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi katliamları Türkiye tarihinin kara lekeleridir. Ve aradan yıllar geçmesine rağmen devlet bu katliamlarla yüzleşmedi ve hesap vermedi. Yüzleşmek, hesap vermek bir tarafa dursun, bu katliamların unutturulması için çok büyük bir çaba ortaya koydu. Katliamı yapanları korudular, mükâfatlandırıldılar, her türlü desteği verdiler. Hiç bir devlet yetkilisi hakkında bugüne kadar tek bir soruşturma dahi açılmadılar. Çünkü devlet bu katliamların sorumlusudur. Ve mutlaka bir gün hesap verecektir. Hesap sormanın en önemli koşulu ise; örgütlü bir toplum olmaktan geçiyor. Aleviler ve Alevi kurumları var olabilen tüm farklılıklarına rağmen, devletin kendisiyle yüzleşmesinden ve hesaplaşmasından yana ortak hareket etmeleri kaçınılmaz tarihi bir görev ve sorumluluktur.

Yüzleşme ve hesaplaşma üç koşulun tamamlanmasıyla ancak mümkün olabilir…

Birinci koşul, amasız, fakatsız, devlet özür dilemeli ve gerekenleri yerine getirmelidir. İkinci koşul, katliamları yapanların hesap vermesi ve hak ettikleri cezai hükümleri almaları gerekiyor. Üçüncü koşul ise, bu katliamlarda yaşamını kaybeden canlarımızın uğruna bedenlerini kara toprağa verdikleri kimliklerinin, inançlarının, taleplerinin hak edildiği şekilde elde edilmesi, kazanılması ve başarıya kavuşturulmasıyla mümkün olur. Yani yüzleşme ve hesaplaşma ancak kimliğimizin, inancımızın ve değerlerimizin özgürleşmesiyle ve anayasal teminat altına alınmasıyla tamamlanacaktır.

Avrupa Alevi hareketi özelinde, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonumuz Almanya’da tüm haklarını elde ederek hesaplaşma konusunda örnek teşkil edebilecek önemli bir başarı sağlamıştır. Ancak bu üç koşul özellikle Türkiye’de gerçekleşirse, hayat bulursa yüzleşme ve hesaplaşma tamamlanmış olur. Aksisi asla kabul edilemez. Bunları başarabilmenin yolu daha güçlü ve kenetlenmiş bir Alevi toplumu olmaktan geçiyor.

Sivas ve Çorum Katliamı anmaları pandemi nedeniyle kitlesel olamaması, devletin başka türlü hesaplara girmesine sebebiyet verebilir. Mesela, gelecek yılda katılım az olur ve zamanla daha da azalır ve diğer katliamlar gibi unutulur hesabına girebilirler. Bu hesabı bozmak hepimizin boynunun borcudur. Bu nedenle gelecek yıl hem Sivas, hem Çorum, hem de diğer anma etkinlikleri en kitlesel katılımla yapılmalıdır. Avrupa Alevi hareketi olarak her türlü çalışmayı ve faaliyeti ortaya koyacağız ve Avrupa’dan en kitlesel katılımı gelecek yıl mutlaka sağlayacağız.

Ayrıca unutulmamalıdır ki, unutulmakla karşı karşıya kalınan Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamları örgütlü Alevi mücadelesi sonucunda Türkiye’nin gündemine güçlü bir şekilde girebildi ve her yıl gündem olabiliyor. Örgütlü toplum olmanın ne derce önemli olduğunu buradan da okuyabiliriz. Örgütlü olamasaydık, son 30 yıldır Avrupa ve Türkiye Alevi hareketi birlikte mücadele etmeseydi saydığımız tüm bu katliamlar maalesef unutulmuş olacaktı. Bu kapsamda Sivas Katliamını unutmamak ve unutturmamak amacıyla önemli bir adım daha attık.

Sivas Katliamının 30. Yılına yetişecek şekilde hem belgeselinin çekilmesi, hem de kitapçığının çıkarılması için çalışmalara başlama kararını aldık…

Bildiğiniz gibi; Sivas katliamı özellikle Avrupa Alevi hareketi açısından son derece önemli bir yer tutar. Bugün Avrupa’da Aleviler özgürlüklerini, haklarını elde edebilmişse Sivas katliamının çok önemli bir etkisi olmuştur. Hep deriz, “Sivas’ın küllerinden büyüyen bir hareket.” Bu derece tarihimize kara leke gibi düşen bu katliamın unutturulmaması ve hesabının sorulması konusunda bir mücadele içerisindeyiz. Tarihimizdeki yaşadığımız katliamları göz önünde bulundurduğumuzda, Sivas katliamını öne çıkaran en belirgin özelliği, şeriatın Alevilere bakış açısının en can alıcı belgesi niteliğinde olmasıdır. Bir daha bu gibi barbarca yaşanan katliamların olmaması amacıyla, “unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız” sloganını 27 yıldır ısrarla atıyoruz. Bu slogana uygun hareket etmek zorundayız. Geleceğimize ve tarihimize karşı önemli bir sorumluluğumuz var. Sivas katliamı unutturmayacağız sözünü verdiysek, bu sözümüzü yerine getirmek zorundayız.

Maraş, Çorum katliamlarının belgeseli var. Ama Sivas katılımının bir belgeseli yok. Bu bizim açımızdan büyük bir eksikliktir. 3 yıl sonra katliamının 30. Yılı. 30. Yılında tarihe karşı sorumluluğumuz ve katliama dair en önemli hesaplaşmalarımızdan biri ise bu belgeseli hazırlamak ile olacaktır. Malum katliamda yaşamını kaybedenlerin aileleri oldukça yaşlandılar. Bazıları aramızdan ayrıldı, Hakka yürüdü. Şahitler her yıl daha da azalıyor. Zaman kaybetmeden profesyonel bir çalışmayı hızlı hareket ederek süreci başlatmak zorundayız.

Bu amaçla katliamın hem belgeselinin çekilmesi, hem de kitapçığının çıkarılması için çalışmalara başlama kararını aldık. Sivas katliamının 30. Yılında yapabileceğimiz en değerli çalışmalardan biri olacak. AABK ve AABF yönetim kurulumuz bu projeyi onayladı. Katliamın 30. Yılına yetiştirecek şekilde çalışmaları başlatacağız ve tarihe önemli bir not düşeceğiz. Tarih bu sefer bizden dinleyecek gerçekleri.

  1. Almanya’da yaşayan ve oturum izni almış Madımak katilleriyle ilgili hukuki süreç yeniden gündemde… AABF bu sürece müdahil olacak mı?

AABK/AABF her koşulda, her şekliyle ve her zaman bu davaların müdahilidir. Bilindiği üzere katillerin Almanya’da olduğu tespitinden bu güne dek birçok hukuki ve siyasi girişimlerimiz oldu. Ama sorunun temel kaynağı, bu katillerin Türkiye tarafından iade talebi, iadeyi gerektirecek nedenlerle istememeleri. Yani Alman anayasasına göre; katilleri iade edecek hukuki gerekçelerin bulunmamasıdır. Zaten Türkiye’nin amacı da bu. Ayrıca hem Türkiye’de, hem Avrupa’da Sivas katillerinin nasıl korundukları, yurtdışına kaçırıldıkları ve lojistik destek aldıkları belgeleriyle ortaya konuldu. Bu gelişmeler gösteriyor ki, katiller devletin güvencesi altında.

Sivas katliamına benzer katliamlar dünyanın birçok ülkesinde yaşandı. Bu katliamlarda yaşanan hukuki süreç bize de önemli ipuçlarını sundu. Katilerin Almanya’da yargılanmaları konusunda bir durumla karşı karşıyayız. Şuan bunun üzerine gidiyoruz. Almanya’da Federal Savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

Önümüzdeki günlerde yetkililerle bir araya geleceğiz. Süreci ve sonuçlarını değerlendireceğiz. Bu barbarların hak ettikleri cezayı çekene dek mücadele edeceğiz. Kurum olarak elimizden ne geliyorsa yerine getireceğiz.

  1. Alevilik dersleri hiç şüphesiz Almanya’daki Alevi hareketinin en önemli kazanımlarından biri. Yıllardır verilen emeklere rağmen, öğrencilerin derslere katılımı istenen düzeye ulaşmış değil. Yeni dönemde bu alanda yeni ve farklı çalışmalar görecek miyiz? Örneğin Hamburg Üniversitesi’nde yer alan Alevilik Kürsü’sünün güçlendirilmesi sizce bu konuda nasıl bir rol oynayabilir?

İfade ettiğiniz gibi Alevilik Dersleri tarihimizin en değerli kazanımıdır. Aleviliğin yaşaması ancak Aleviliğin öğrenilmesinden ve yaşatılmasından geçiyor. Varlık gerekçemiz, bir araya gelip örgütlenmemizin en temel nedenlerinin başında inancımız ve öğretimiz geliyor.

Aleviliği çocuklarımızın en rahat anladıkları dilde, pedagoji eğitimini almış öğretmenler tarafından okullarda öğretilmesi çok değerli ve önemli bir kazanımdır. Ayrıca çocuklarımızın sosyalleşmesi açısından da önemli bir katkı sağlamaktadır. Aleviler Avrupa’da varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa en başta Alevilik Dersleri olmak üzere elde edilen tüm kazanımlara dört elleriyle sarılmaları ve sahip çıkmaları gerekiyor.

2002 tarihinde ilk olarak Berlin’de başlayan Alevîlik Dersleri her zaman gündemimizin en başında yer almasına ve bu kadar tarihi bir öneme sahip olmasına rağmen, halen daha yeterli katılımı sağlayamadık. Bir kazanımı elde etmek kadar, korumakta bir o kadar önemlidir. Cemevlerimiz bu konuda her yıl öğrenci ve öğretmen tespiti yapmalı ve Alevilik Derslerini hep gündemlerinde tutmaları gerekiyor. Ayrıca okul idareleriyle ilişkilerini sürekli sıcak tutmaları gerekiyor. Başka türlü başarılı olma şansımız yok.

AABF Genel Merkezimizden Alevilik Derslerin sağlıklı yürütülebilmesi ve organize edilebilmesi için tam kadrolu bir elaman işe aldık. Bakanlıklarla sürekli irtibat halindeyiz. Alevilik Derslerinin kalıcı ve sürekli olabilmesi amacıyla yoğun bir diploması ve siyasi süreç sürdürüyoruz. Yine tekrarlıyorum, bu kazanımların devam edebilmesi ancak ve ancak arz ve talep ilişkisiyle sürdürülebilir bir durumdur. Genç anne ve babalardan ricamız çocuklarını mutlaka Alevilik Derslerine yazdırmalarıdır.

Alevîlik Derslerine paralel üniversitelerde kürsülerimiz de var. BW Weingarten Eğitim Fakültesi, Hamburg Üniversitesi Dünya Dinler Fakültesi Alevi Anabilim Dalı yine en değerli kazanımlarımızdan biri. Hamburg’da önemli bir gelişme kaydettik. Bir profesör kadrosu olan üniversitede geçtiğimiz günlerde üç kadroya çıkarıldı. Bu gelişme de çok önemli. Ama hep dediğimiz gibi, toplumumuz bu kazanımlara sahip çıkmazsa hiç bir değeri ve anlamı kalmıyor. Burada da üniversite adayı olan öğrencilerimize görev düşüyor. Alevilik bölümlerini mutlaka tercih etmeleri gerekiyor. Yarınlara daha güvenle bakmak ve yeni kazanımlar elde etmek istiyorsak, elde ettiklerimizi korumakla ancak gerçekleştirebiliriz. Bir kez daha rica ediyorum. Lütfen kazanımlarımıza ve başarılarımıza herkesin sahip çıkmasını ısrarla istiyor ve bekliyoruz.

  1. Alevi kurumlarının siyasetle ilişkisi her dönem en çarpıcı tartışmaların ana konusu olmuştur. Demokratik Güç Birliği denemesi ve ardından 12 Kasım 2016 Demokrasi Mitingi’nde yaşanan hadiselerden dolayı dört yıl önce ilişkiler askıya alınmıştı. Yeni dönemde muhalefet güçleriyle yeniden birliktelik denemeleri gündeme alınacak mı? Şayet alınacaksa hangi düzlemde bir birliktelik planlanıyor?

Dünya Alevi tarihine ve AABK/AABF’nin 30 yıllık mücadele tarihine dönüp bakılırsa bu sorunuzun cevabını bulursunuz.

Demokrasi, barış, insan hak ve özgürlükleri konusunda siyasi partilerin, demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi, ittifak kurması, ortak hareket etmesi hepimizin isteğidir, gönlümüzden geçen budur. Doğru ya da yanlış bilinen birçok nedenden dolayı gönlümüzden geçenler gerçekleşemiyorsa, inatla zorlamak bazen daha zararlı sonuçlar doğurabiliyor. Bazen kurumların ittifak kurmalarını zorlamak yerine, doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kararlar almalarını sağlamak daha mantıklı ve faydalı olabilir. Çünkü kurulan resmi ittifakların aldıkları kararlar bağlayıcı olması nedeniyle ve ortaya çıkabilecek olumlu ya da olumsuz sonuçlar itibariyle hem ittifak kuran bileşenlerin kendi iç motivasyonuna, hem de ittifakın geriye dönülemez ortak hareket etme motivasyonuna zarar verebilir. Gereksiz enerji ve zaman kaybını, tartışmaları, çatışmaları önlemek amacıyla; siyasi partilerin, demokrasi güçlerinin kendi gerçekliğini de görerek ve gözeterek yetki ve etki alanlarının daha da güçlenmesine olanak sağlayacak imkân ve koşullar yaratılmalıdır. Bu tür birliktelikler paydaşlara zarar vermeden, karşılıklı güven ve samimiyet duygularıyla yürütülebilmelidir. Bu kapsamda siyasi partilerin, demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi zor ise, en azından; demokrasi, barış, insan hak ve özgürlükler temelinde; doğru yerde, doğru zamanda ve doğru kararlarda buluşması ve ortak hareket etmesi de güçlü bir ittifaktır. “Taş yerinde ağırdır.” deyiminde anlaşılacağı gibi…

Anayasal olarak tanınmak istiyorsanız, bunun adı siyasettir. Çünkü bu bir siyasi taleptir. Siyasi kararlar ise parlamentoların onayı ile alınır.

Siz; hak, hukuk, adalet mücadelesi veriyorsanız, taleplerinizi dile getiriyorsanız doğal olarak muhatabınız anayasada belirtilen kurallar ve kuralları uygulamakla yükümlü olan karar vericilerdir. Yani anayasaya göre; devleti yönetmek amacıyla seçilen siyasetçiler ve atanan bürokratlardır. Bu sizin hem hukuksal, hem de siyasal bir mücadele vermeniz anlamına geliyor. Aynen Pir Sultan Abdal, Hace Bektaş Veli, Baba İshak, Baba İlyas, Şeh Bedrettin, Seyit Rıza’nın devleti yönetenlerden siyasi talepleri olduğu gibi.

Avrupa’da taleplerimizi devleti yöneten siyasi muhataplarımıza ve yetkili kurumlara doğal olarak iletiyoruz. Eyalet meclislerinin verdikleri kararlarla haklarımızı ve kazanımlarımızı elde ediyoruz. Bu amaçla etkinliklerimize bakanları, milletvekillerini, belediye başkanlarını, parti meclis üyelerini çağırıyoruz. Sonuç itibariyle, siyaset sonuç alma sanatıdır. Bana siyasete sırtını dönmüş, hiç ilişkisi olmamış bir inanç toplumunu ya da sivil toplum kuruluşunu gösterebilir misiniz? Almanya siyasetinde en etkili olan sivil toplum kuruluşlarının başında kiliseler gelir. Bu gerçekliğe sırtını dönmek, kendini inkâr etmektir ve hep başkaları tarafından yönetilmeyi kabul etmektir. Kaderinizi, geleceğinizi başkalarının inisiyatifine terk etmektir. Bu kabul edilebilecek bir bakış açısı asla alamaz. Oysa biz kaderimizi de, geleceğimizi de, tarihimizi de kendimiz yazmak istiyor ve hedefliyoruz. Geçmişte yaşadığımız katliamlar, acılar, hakaretler, dışlanmalar bizim kaderimiz, alın yazımız olamaz. Artık kaderimizi kendimiz belirlemeliyiz ve alın yazımızı ve tarihimizi kendimiz yazmalıyız.

Bu gerçekler ortada dururken Alevi kurumları siyaset yapamaz yaklaşımı kabul edilir bir gerçeklik olamaz. Sürecin ve gerçekliğin doğasına da aykırıdır. Tabii ki siyaset yapacağız. Ama kendi siyasetimizi. Bağımsız çizgimizden asla taviz vermeden siyaset yapacağız. Hiç bir siyasi partinin, toplumun, kişinin gölgesinde, arka bahçesinde, etkisinde kalmadan, hiçbir fraksiyonel iç çatışmalara malzeme olmadan siyaset yapacağız. Hak ve hakikat aşkına, hak, hukuk, adalet aşkına, insan, doğa ve çevre aşkına, Yol rehberlerimiz olan; ulularımızın, pirlerimizin, erenlerimizin, âşıklarımızın, ozanlarımızın yürüdüğü yolda, bizler de ikrar vererek yürümeye devam edeceğiz.

Ayrıca, Aleviler hak ve talepleri dışında, yaşadığı yerlerde insanoğlunu, doğayı ve çevreyi ilgilendiren meselelerinin de olduğunu unutmadan hareket etmek zorundadır. Yani demokrasi, barış, özgürlük gibi hak temelli toplumsal mücadeleler var. Bu mücadeleler içinde Aleviler de kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmelidir. Yine Alevi tarihine baktığımızda bu konularla ilgili birçok örnek görebiliriz. Ama var olan sorunların sadece Alevilerin omuzlarına yüklemek de hakkaniyetli bir tutum olmaz.

Türkiye’de son onsekiz yıldır, AKP ile birlikte yaşanan haksızlıklar karşısında birçok insan, kurum ve toplumsal çevre çok ağır bedeller ödediler. Son onsekiz yıldır bu haksızlıkları Avrupa kamuoyuna anlatmak, kamuoyu oluşturmak amacıyla eylemler, etkinlikler geliştirdik. Yaşanan haksızlıklar karşısında, mağdur olan mazlumların yanında tutumumuzu çok açık bir şekilde ortaya koyduk. Özellikle son sekiz yıldır merkezi, yerel, irili ufaklı yüze yaklaşan miting, protesto eylemi, yürüyüş, toplu basın açıklamaları organize ettik. Diploması anlamında sürekli yetkili kurumlarla irtibat halinde olduk. Türkiye’de yaşanan anti demokratik yaptırımları, uygulamaları Avrupa kamuoyuna anlatmaya çalıştık. Diasporada faaliyet yürüten bir kurum olarak üstümüze düşeni en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştık ve çalışmalarımız aralıksız devam ediyor.

Diasporada yaşayan Aleviler olarak, yaşadığımız ülkelerde de birçok sorun yaşıyoruz. Son dönemlerde göçmen olmaktan kaynaklı uyum politikaları, mülteci sorunları, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, yabancıların meslek ve iş sorunu gibi can alıcı sorunlar her geçen gün daha da artıyor ve karşımıza çıkıyor. Bu olumsuz gelişmeler tehlikeli bir hal almaya başladı. Ayrıca, Avrupa’da sağ partilerin yükselişte olması ve güçlü bir şekilde parlamentolarda yer almaları oldukça düşündürücü ve kaygı verici bir duruma geldi.

Bizim Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelmek ve bu sorunlar karşısında ortak tutum sergilemek gibi son derece önemli görevlerimiz ve sorumluluklarımız var. Daha bu yıl Hanau şehrinde yabancılara yönelik yapılan katliam ortada. Birçok masum insan katledildi.

Almanya’da yaşanan bu katliam ilk olmadığı gibi son da olmayacak. Avrupa’da da yaşam hakkımız tehdit ve tehlike altında. Artık bu gerçeği görmek zorundayız.

Bu can alıcı gerçeklikten yola çıkarak demokratik güç birliği denildiğinde sadece akla Türkiye gelmemeli. Türkiye endeksli ve yönünü cemalini sadece Türkiye’ye çeviren bir bakış açısı eksik kalmakla birlikte, kendi içinde de ciddi sorunlara neden oluyor. Avrupa koşullarına, gerçekliğine ve ihtiyacına uygun, demokrasi paydasında sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, siyasi partileri, kiliseleri ve diğer inanç kurumlarının bir araya gelmesi, daha geniş tabanlı ve yelpazenin daha kapsayıcı bir güç birliğine daha çok ihtiyaç duyulduğunu söyleyebilirim. Bu perspektifle oluşturulacak güç birliği hem Avrupa’da, hem de Türkiye’de yaşanan haksızlıklar karşısında daha güçlü bir yapı oluşturacaktır. Bu yönde girişimlerimizi önümüzdeki dönemlerde daha da yoğunlaştıracağız.

Ayrıca, bu tür çalışmaları yürütürken açımızdan şunun da açıkça bilinmesi gerekiyor. 30 yıllık hak temelli mücadelemizde çok büyük kazanımlara ve başarılara imza artık. Cemevlerimiz çok büyük emek ve fedakârlıklarla satın alındı. Aleviliğin tanınması, Alevilik Dersleri, Hak Eşitliği Anlaşmaları, Üniversitelerde kürsüler gibi tarihimizde hiç bir dönem, dünyanın hiç bir bölgesinde elde edemediğimiz kazanımlarımızı Avrupa’da elde etmeyi başardık. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar düzeyinde organize edilen tüm zirvelerde temsil ediliyoruz. Almanya’nın prestiji yüksek, saygınlığı ve imajıyla en önemli sivil toplum kuruluşları arasında gösteriliyoruz. Birinci görevimiz bu kazanımlarımıza dört elle sarılmak, göz bebeğimiz gibi korumaktır.

30 yıllık haklı ve onurlu mücadelemiz sonucunda büyük emeklerle elde ettiğimiz kazanımlarımıza, başarılarımıza ve birliğimize zarar verecek tek bir adım bile atmayız. Kurumumuzu maceralara sürüklemeyiz. Birileri istiyor diye, mutlu olacak diye hareket edemeyiz. Kendisine faydası olmayanın, başka birine de faydası olamaz. O nedenle önceliğimiz ayakta kalmak, gücümüzü, birliğimizi ve beraberliğimizi her koşulda koruyabilmektir.

Ayrıca, yaşadıklarımızdan yola çıkarak, şu soruyu da kendime soramadan edemiyorum…

Uçan bir kuşun kanadı kırılsa yere düşse kendimize dert edinir, bir tutum ortaya koyarız. Son sekiz yıldır her haksızlığın karşısında tavır ve tutum sergilememiz ve her haksızlığın karşısında mağdur ve mazlum olan herkese verdiğimiz desteğin aynısını görebiliyor muyuz?

Sorunun cevabı ne olursa olsun, biz her zaman olduğu gibi bize yakışanı bugüne kadar yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz.

  1. Uzun bir süredir Alevi kurumlarının gündemini meşgul eden konulardan biri de Aleviliğin tanımlanması ve Alevilik anlayışını İslam içi –İslam dışı odağında gündeme alan tartışmalar oluşturuyor. Lakin son dönemlerde ‘Alevilik kendine özgü bir inançtır’ söylemi ortak kabul gören bir anlayışa doğru evriliyor. Alevi kurumları olarak sizin konuya yaklaşımınız nedir?

Edep erkan yol bizdedir…

Bilmediğimizi örteriz…

Öncelikle şunu söylemek istiyorum, „Aleviliğin tanımı“ deyimini tehlikeli ve zarar verecek bir kavram olarak görüyorum. Alevileri bir birinden ayrıştıran, koparan, uzaklaştıran bir kavram. Oysa Alevi kurumlarının ilk görevi, Alevileri yan yana getirebilmek; ortak akıl, ortak vicdan ve ortak mücadele hattında buluşturmak olmalıdır. „Tanımlama“ yerine, “Aleviliğe bakış açısı, görüşü, düşüncesi, yorumu” gibi kavramların daha uygun olduğunu düşünüyorum. Avrupa, Türkiye, Ortadoğu ve Mezopotamya’da olsun sayısını bile bilmediğimiz Alevi Dergâhları, Alevi Ocakları ve Alevi kurumları var. Hangi Alevi kurumuna göre Alevilik tanımı? Bir Alevi kurumunun yapacağı Alevilik tanımına uymayanlara kapı mı gösterilecek? Bu bakış açışını çok sakıncalı buluyorum. Yol Bir Sürek Binbir düsturuna da uymuyor, aksine inkâr eden bir bakış açışıdır. Alevi Dergâhlarının, Alevi Ocaklarının ve Alevi kurumlarının „Aleviliğin tanımı“ üzerinden karşı karşıya gelmesi, Aleviler açışından önünü alamayacağımız bir kopuşun, yıkımın ve dağılmanın önünü açacaktır. Devlet de tam bunu istiyor ve tüm gücüyle bunu başarabilmek için uğraşıyor. Oysa dönüp tarihimize baktığımızda inancımızın taşıyıcısı konumunda olan kurumlarımızın arasında farklılıklar olmasına rağmen böyle bir tartışma söz konusu bile olmamıştır. „El Ele, El Hakka düsturuyla hareket edilmiştir.“ Devlet her fırsatı kendi lehine kullanabilmek adına ısrarla ve sabırla pusuda beklemeye devam ediyor. Alevi kurumları buna asla fırsat vermemelidir. Bu nedenle Alevi kurumları hem karşılıklı, hem de kendi üyeleri içerisinde tekçiliği değil, çoğulculuğu esas almalıdır.

Burada önemli olan Alevilerin ve Alevi kurumlarının farklı yorum ve görüşleri, tavır ve tutumları değil, devletin sahip olduğu inkârcı, asimilasyoncu, katliamcı Türk İslam zihniyetine hizmet etmemesidir. Devletin Alevisi olmamaktır. Kırmızı çizgimiz bu olmalıdır.

Her din ve inanç kendi içinde siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal farklılıkları barındırır. Her dinin ve İnancın doğal olarak kendi içerisinde teolojik anlamda görüş ve yorum farklılıklarının olması da bir o kadar doğaldır. Her toplumda olduğu gibi bizim de kendi içimizde farklılıklarımız dün de vardı, bugün de var ve yarın da olacaktır. Ayrıca her bireyin “Can’nın” kendi görüşünü, önerisini ve yorumunu hakaret ve saygısızlık yapmadan özgürce söyleyebilme hakkına sahip olmalıdır. Bu bir evrensel değerdir.

Ortak paydamız ise; Aleviliğin kendine özgü bir inanç olduğudur. Aleviliği İslam içinde gören canlarımız da, İslam dışında gören canlarımız da cami, kilise, havra, sinagog değil de, cemevine gidiyorsalar bu bile başlı başına bir „farklılıktır, özerkliliktir; özgünlüktür“ yani Aleviliğin kendine özgü bir inanç olduğunun kanıtıdır. Yüzyıllar önce de bu gerçekler vardı, yüzyıllar sonra da bu gerçekler kendini ve varlığını sürdürecektir.

Tekçiliğe her koşulda itiraz eden ve “Yol cümleden uludur” diyerek sözünü mühürleyen Alevi inancı, kendi farklılıklarını ve olabilecek tartışmalara yüzyıllar öncesinden çözüm üretmiş bir inanç sistemidir. “YOL BİR SÜREK BİNBİR” diyerek gereksiz tartışmalara, dayatmalara, tekçiliğe, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye son noktayı koymuştur. Hak ve Halka niyaz olmuştur.

Bu gerçekler bilinmesine rağmen bireylerin toplum üzerinde hâkimiyet kurma çabası yetmiyormuş gibi, sosyal iletişim araçları üzerinden hakaret ve dışlayıcı bir bakış açısı, toplumun geneline zarar verecek tutum ve davranışlar asla kabul edilemez. Böyle davrananlar, hareket edenler kalu beladan beri büyük bedeller ödeyerek bu günlere gelen, inancımıza, toplumumuza ve değerlerimize yönelik en büyük haksızlığı ve saygısızlığı yapanlardır. Unutulmamalıdır ki, hiç kimse bir toplumun ya da bireyin siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal değerlerine, kutsal kabul gördüğü ulviyetine hakaret ve saygısızlık edemez.

Alevi toplumunun kabul ettiği kutsal değerlere hakaret edenler, en başta Alevilere yüzyıllardır hakaret eden ve katliam yapanlarla aynı amaca hizmet etmek anlamına gelen bir tutumdur ki, bunlar asla bizden olamazlar.

Bu konuyla ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum. Binlerce yıldır varlıklarını sürdüren semavi dinler olarak bildiğimiz Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların imparatorlukları, devletleri, üniversiteleri, medreseleri, kütüphaneleri, bilim insanları oldu. Buna rağmen halen kendi içlerinde var olan sorunlarını çözemediler ve halen de tartışmaları devam ediyor. Bizim tarihimiz ise katliamlar tarihi. Bir devletimiz, üniversitemiz, kütüphanemiz olmadı. Katliamlar ve acılardan dolayı tarihimiz daha çok sözlü olarak günümüze kadar aktarıldı. Bu kadar acı ve çile çeken bir inanç toplumunun kendi sorunlarını var olan farklılıklarını bir çırpıda çözmesini beklemek haksızlık olur. Uygulanan ağır asimilasyon politikalar sonucu dejenere olmuş ve bize ait olmayan birçok şey inancımıza, öğretimize ve erkanlarımıza maalesef dahil oldu. Bize ait olmayanlardan arınmak ve özümüzle buluşmak kolay değil. Sabırlı olmak, muhabbet kanallarını ve dialoğu her zaman açık tutmak zorundayız. Daha şunun şurasında otuz yıldır bir araya geldik ve mücadele veriyoruz. Zamanla sorunlarımıza çözümler üreteceğimize olan inancım sonsuz. Yeter ki; birliğimiz daim olsun.

Herkes için edep erkân diyoruz. Herkesi saygıya, sevgiye, hoşgörüye, anlayışlı davranmaya, empati kurmaya, Yol’da ve Mücadele’de birliğe davet ediyoruz.

  1. Son zamanlarda Türkiye menşeli Alevi kuruluşlarında bir patlama yaşanıyor. Kurulan her yapı ilk olarak gerici ve faşist kesimleri hedef almak yerine özellikle Avrupa’daki Alevi hareketine yönelik sert açıklamalarla gündeme geliyorlar. Bu düşmanca yönelimi neye bağlıyorsunuz?

İslam içi ve dışı tartışmasını körükleyerek Alevilerin içine atan ve kamuoyu önünde sürekli ve gürültülü bir şekilde tartışmasını sağlayan egemen inanç ve temsil ettiği sistemin de kendisidir. Katliamlarla, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla bitiremeyeceklerini anladılar. Şimdi içeriden iç asimilasyon politikalarını daha çok kullanıyorlar.

Daha dün Alevilere; “imansız, sünnetsiz, kâfir, zındık, mum söndü oynuyorlar” diyenler. Cemevini cümbüş evi olarak tanımlayanlar. Bizden değilsiniz deyip dışlayıp hakaret edenler, ne hikmetse son beş, on yıldır tam tersi bir tutum içerisindeler. Şimdi ise iki elleriyle, iki yakamıza yapışmışlar, Allahlımız, peygamberimiz, kitabımız birdir diyorlar. Biz biriz ve aynıyız deyip, yakamızdan düşmüyorlar. Oysa biz bir değiliz.

Peki neden bu saldırılar?

Aleviler tarihleri boyunca zalimlerin zulmüne karşı muhalif kimlikleri ve mazlumların yanında olmaları egemenleri hep rahatsız etmiştir. Buna paralel olarak özellikle son 30 yıldır bağımsız örgütlenen Aleviler, kendi inanç özgünlüğünü ve farkını ortaya koyunca kontrollerinden çıktı. Asimile etmek ve devletin Alevisi yapma imkânları böylece ortadan kalktı. Örgütlenen Alevilerin haklı talepleri uluslararası kamuoyunda ve mahkemelerde de karşılık bulunca devlet içeriden müdahale etmeye başladı.

Hep bildiğimiz Osmanlı oyunlarını devreye sokmaya başladılar. Alevilerin kendi arasında ne kadar sorun olabilecek konu varsa gündeme getirdiler. Resmi ideoloji, AKP ve çevresi İslam içi-dışı, Kürt-Türk, CHP-HDP gibi tartışma konularını son dönemlerde özellikle kendilerine bağlı olan havuz medyasında daha çok kullanmaya başladılar. Bir de bu oyuna gelen içimizdeki kişiliksizler var. Kişisel görüş ve düşüncelerini dayatmak isteyen, kendilerince haklılıklarını ilah ispatlamak adına, inatlaşan, kurumlarımızda aday olan ama seçilemeyen, menfaatleri söz konusu olduğunda her şeyi yapabilecek potansiyele sahip bu kişiliksizler de tartışmalara çanak tutarak, devletin değirmenine su taşıdıklarını unutmamak lazım.

Peki neden özellikle Avrupa ve özelinde Almanya Alevi hareketi hedef oluyor?

Son on yıldır sistematik ve her yıl sayısı artan gri pasaportlu dedelerin gönderilmesi, çakma dernek, vakıf, akademi ve enstitü gibi yapıları kurmak. Kurum yöneticilerimize yönelik hukuku baskı aracı olarak kullanmak, ölüm listelerinde kurum yöneticilerimizin olması bir tesadüf değildir. Özellikle devlet son dönemlerde Alevileri, Alevi kurumlarından soğutmak ve bağlarını koparmak, hem de Avrupa ve Türkiye Alevi hareketi arasında bir kopuşu sağlayabilmek amacıyla Alevi kurumlarını ve yöneticilerini yalnızlaştırmak suretiyle kriminalize eden politikalar geliştiriliyor. Üzerimizde oynanan ve uygulanmak istenen bu kriminalize politikalarına karşı çok dikkatli olmak zorundayız. Bu ve buna benzer saldırı politikaları artarak devam edecektir.

Çünkü, Avrupa ve Almanya Alevi hareketini kontrolleri altına alamıyorlar. Avrupa’da yürüttüğümüz özellikle diplomasi çalışmalarımız ve devam eden hukuksal davaların AİHM’de takibi, yaptığımız basın açıklamalarımız, kitlesel mitinglerimiz ve aralıksız yürüttüğümüz eylemlerimiz, Türk İslam devlet bakış açısını zor durumda bırakıyor. En önemlisi Avrupa’da elde ettiğimiz her kazanım, Türkiye’de gasp edilen haklarımızın teşhir olmasına ve ortaya çıkmasına neden oluyor. Tüm bu gelişmeler resmi ideolojinin ezberini bozuyor ve zor durumda kalmalarına neden oluyor. Bu nedenlerle bize karşı yoğun saldırı içerisindeler ve bu saldırılar devam edecektir. Ama saldırılar doğru yolda yürüdüğümüzü gösteriyor. Ve ne pahasına olursa olsun haklı olduğumuz davamızdan ve yolumuzdan bir dirhem taviz vermeden, demokratik mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

  1. Medya toplumların kendini dış dünyaya açılmaları ve kendilerini anlatmaları açısından vazgeçilmez bir araç. Alevi hareketinin ana yayın organları Yol TV ve Alevilerin Sesi Dergisi ile ilgili düşünceleriniz nedir? Toplumsal iletişim konusunda Yeni Medya başta olmak üzere başka iletişim araçlarını da devreye sokmayı düşünüyor musunuz?

Haklısınız. Medya günümüzün en etkili silahlarından biri. Yaşadığımız saldırıları püskürtmek ve bertaraf edebilmek için mutlaka güçlü medyaya ihtiyacımız var. Sonuçta propagandanın en güçlü aygıtı. Giremediğiniz evlere, ulaşamadığınız bireye hâkim olmak, doğru bilgileri aktaramamak, bireyi kaybetmemiz anlamına gelir.

Daha dün Kerbela’yı ağzına alamayanlar, Yezid’e lanet okuyamayanlar, Muaviye’ye Hazret diyenler, bugün Kerbela için gözyaşı döküyorlar, Yezid’e lanet okuyorlar. Türk-İslam sentezli televizyonlar ise Kerbela’da Şah Hüseyin’i anlatırken; “Hz. Hüseyin ölmeden önce abdestini aldı, namazını kıldı ve sonra şehit oldu.” hikâyesi üzerinden Alevilere abdest ve namaz size de farz’dır, demeye getiriyorlar. Maalesef Aleviler içerisinde bu gibi algı operasyonuna inanlar oluyor. Bu tehlikeli kuşatmayı ancak onların girdiği her eve, bireye ulaşarak önleyebiliriz.

Bu amaçla Yol TV’miz kuruldu. Ve bu kuşatmayı püskürtmemizde şuana kadar çok ciddi bir katkı sağladı ve katkı sağlamaya da devam ediyor. Örnek Sivas, Çorum ve Maraş katliamlarının anmalarında kitleselleşmenin en önemli ayaklarından biri olmuştur Yol TV’miz.

Alevilerin Sesi Dergi’mizin 250’ci sayısını kutluyor ve selamlıyorum…

Yazılı basının en önemli fonksiyonlarından biri arşiv görevi konumunda olmasıdır. 1994 yılından bu güne aralıksız aylık çıkardığımız Alevilerin Sesi Dergi’mizin geçmişimiz ile bu günümüzün ve yarınımızın arasında bilgi, bellek ve bir köprü görevini sağlayan çok değerli bir arşiv kaynağımız durumundadır. Alevilerin ve Alevi kurumlarının aralıksız 26 yıldır çıkardığı tek yazılı basın organı olan Alevilerin Sesi Dergi’mizin yayın hayatına başlamasından bu günlere gelmesinde emek veren ve katkı sunan, dergimizi her ay alan ve okuyan destek veren her Can’ımıza, dostumuza çok teşekkür ediyorum.

Her iki yayın organımızın daha da güçlenmesi ve daha da fazla kitlelerle buluşması için çaba göstermek zorundayız. Bunun dışında sosyal iletişim ağları, internet haber siteleri gibi alanları daha da etkili kullanacak alternatifler yaratmalıyız.

  1. Aynı zamanda Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Eşit Genel Başkanısınız. Bu noktada Avrupa’daki Alevi hareketi açısından gelecek dönem ne tür hedefleri önünüze koyuyorsunuz?

Avrupa’da çok önemli kazanımlarımız oldu. Birinci görevimiz ve sorumluluğumuz bunları korumak ve güçlendirmek. Geleceğe daha sağlam ve emin koşullarda aktarabilmek.

Şuan gördüğüm en ciddi sorun cemevlerimizin iç sorunları ve bundan kaynaklı doğal olarak ortaya çıkan sorunlar. Bu sorunları çözmek birinci önceliklerimiz arasında yer alıyor. Aksi takdirde devlet üst aklının müdahalesine gerek kalmadan ciddi sorunlar yaşayabiliriz.

Özellikle gençlerimize yönelik daha farklı yöntemler geliştirerek, kurumlarımızda genç katılımcıların sayısını çoğaltmak zorundayız. Gençlerimizin kendilerini bulabilecekleri bir kurum hüviyetine kavuşmak zaruri bir gerçekliktir. Ayrıca kadın hareketimizin daha da güçlenmesi konusunda özel çaba harcamalıyız.

Bunların dışında bir diaspora kurumu olarak görevlerimiz dahilinde kendi gündemimize dönmek ve Avrupa’daki asli görevlerimize ve sorumluluklarımıza yoğunlaşmamız gerekiyor.

Avrupa’nın tüm ülkelerinde diploması çalışmalarımızı daha da güçlendirmeliyiz. Avrupa siyasetinde daha etkili olabilecek alternatifler geliştirmeliyiz. Bunları başarabilirsek Türkiye’de verilen demokrasi mücadelesine daha da önemli bir katkı sunmuş olacağız.

AABK/AABF demokrasi mücadelesinde, eşitlikten, emekten, özgürlüklerden, barıştan, insan, kadın, çocuk ve doğa haklarına taraf olarak, bağımsız örgütsel çizgisi ve duruşuyla tüm demokrasi güçleri tarafından saygınlığı kabul edilmiştir. Bu inanç ve kararlılıkla, dün olduğu gibi bugünden yarına aynı inanç ve kararlılıkla, AABK/AABF ailesi olarak güçlü şekilde yolumuza devam edeceğiz.

Hace Bektaş Veli´nin “ırk, din, dil, renk farkı gözetmeyiz; yetmiş iki millete aynı nazarla bakarız”, Pir Sultan Abdal’ın “gelin canlar bir olalım” ve “El Ele, El Hakka” düsturuyla, önce insan ve doğa hakkı diyerek, mazlumun, mağdurun ve haklının yanında olan örgütlenmemizi, “Bir olalım, İri Olalım, Diri Olalım” düsturuyla büyütmeye devam edeceğiz. Bu anlayış ve çağrı ile herkesi AABK ve AABF´ye bağlı kurumlarımız ve Cemevlerimizle dayanışmacı bir duygu ve birlik odaklı akılla daha da güçlendirmeye davet ediyoruz.

Biz birlikte daha güçlüyüz. Almanya’da 160, Avrupa´da 260 Cemevimizde örgütlü yüzbinlerce üyenin, yöneticinin, dedenin, ananın, kadınların ve gençlerin emeği, alın teri, aklı, kalbi ve yol aşkı ile bugüne getirdiği AABK/AABF´mizin tarihsel hafızasını, mirasını ve birikimlerini, yine yüzbinlerce üyemizin yol aşkı ve hizmetiyle daha da zenginleştirmeye davet ediyoruz.

30 yıldır verdiğimiz demokrasi, barış, özgürlük ve lâiklik mücadelesinde dost kurumlarımızla birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz.

  1. Söz eşit başkanlıktan açılmışken önümüzdeki süreçte Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu da eşit başkanlık uygulamasına geçecek mi?

Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde

Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde

Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok

Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde

Hünkâr Hace Bektaşı Veli.

Pirimiz yüzyıllar öncesinden, bugün söyleyeceğimiz sözü söylemiştir. Kadın yaşamın her alanında eşit koşullarda temsil edilmelidir. Ayrıca Alevi inancı dışında hiçbir inanç sisteminde kadınlar ibadet hizmetlerinde hak ettiği yeri alamamışlardır. Bizim inancımızda Ana’larımız tüm erkânlarımızda hizmet vermekteler.

Sorunuza gelince, AABK’mızda olduğu gibi AABF’mizde de eşit başkanlık statüsünü, hazırladığımız program ve tüzük taslağına eklemiştik. Planladığımız tüzük ve program kurultayı ertelenince maalesef genel kurulumuza bu önerimizi sunamadık. Sadece AABF Yönetim Kurulu için değil, tüm birim ve organlarımızda da eşit başkanlık statüsünün uygulanması arzumuzdur. Bu konuyla ilgili önerimizi yapacağımız tüzük ve program kurultayında genel kurulumuza sunacağız. Nihai kararı genel kurulumuz verecek.

Bir kez daha başta kurucu üyelerimiz olmak üzere 30 yıl boyunca destek ve katkılarını esirgemeyen, her koşulda fedakârlıktan kaçınmayan her bir canımıza tek tek yürekten bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyorum.

Gerçeklerin demine hüü diyelim…

Aşk ile…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir