Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Dersim 1938 Katliamı  (3. Bölüm )

Sadık Erenler | Araştırmacı – Yazar/S.Erenler@web.de |

3 Mayıs1937’de Seyit Rıza’nın da içinde olduğu liderler toplantısı Keçiseken Köyü’nde  uçaklarla bombalanır.

4 Mayıs  1937’de Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın da katılımıyla Bakanlar Kurulu taaruz hareketinin başlatılmasına karar verir. Bu kararın üstünde “gayet gizlidir” yazısı vardır. Ve en sonunda da “not” olarak paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya  çalışmak lazımdır, cümlesi yazılıdır.

8 Mayıs 1937’de uçaklardan atılan bildirilerle 24 saat içinde teslim olun çağrısı yapılır.

12 Mayıs 1937’de harekat  Hozat’ın batısından başlar. Alaylar, taburlar tüm bölgeye yığınak yapmıştır. Bahtiyar aşiretinden Şahan Ağa, Haydaran, Demenan, Yusufan aşiret reisleri de  direnişe destek verince savaş Pülümür bölgesine kadar yayılır. Erzincan ve Erzurum’daki tüm askeri birlikler savaşa katılır. Diyarbakır’da konuşlanan 7 uçak da attıkları bombalarla Dersim’de büyük kayıplara yol açmaya başlamışlardır. Gazetelere göre bazı aşiret reisleri teslim olmaya başlamışlardır.

Seyit Rıza, askeri harekatın başındaki sorumlu komutan olan General Alpdoğan’a haber gönderir ve isteklerini söyler: “Okul, yol ve  refah sağlayacak fabrıkalar yapılmalı, milli haklar korunmalı, yurt sahibi olmak ve benzer haklara saygı gösterilmeli.” Seyit Rıza bu isteklerinin dışında bir istek de daha bulunur. “Oğlunun katillerinin kanunun pençesine teslim edilmesi karşılığında ellerine esir düşen subay ve askerleri serbest bırakacaklarını,” iletir.

General Alpdoğan hiç tınmaz ve yine kendi isteklerinin kayıtsız şartsız yerine getirilmesini,  Dersimlilerin ellerinde bulunan 80.000 mavzerin askeri güçlere teslim edilmesini  Seyit Rıza’ya bildirir.

Dersim’e yapılan askeri harekatın ilk amacı direnen aşiretlerin direncini kırmaktır. Dört aşiret reisi yakalanmıştır ama asıl yakalanması gereken Seyit Rıza ile Şahan Ağa’dır. Aşiretler verdiği sözde durarak direnişe devam etmek isteseler de Yusufan aşireti direnişten çekilir. Onların bıraktığı boşluktan yararlanan askeri güçler Kırmızı Dağ’a kadar ilerlerler. Yörenin sivil halkı sarp dağlara, Kutu Deresi’ne, Kalan ve Laç deresine  sığınarak canlarını kurtarmak isterler.

14 Haziran 1937’de İsmet İnönü meclise Dersim taaruzu hakkında bilgi verir. İnönü’nün bu konuşmasıyla Türkiye halkı Dersim’deki askeri harekattan haberleri olur.

18 Haziran 1937’de tarihli gazeteler Dersim’de yapılacak islahat programını yazarlar.

19 Haziran 1937’de İnönü Tunceli’ye gelip askeri harekat hakkında incelemelerde bulunur.

   Le Figaro gazetesi, Türkiye’yi manşetine taşıyarak, Dersim’in boşaltılacağını, yazar.

La Parole Bulgare gazetesinin 25 Haziran 1937 günkü baskısında  Seyit Rıza’nın komutana mektup yazıp teslim olmak istediği yazılıdır.

Seyit Rıza’nın evi uçaklar tarafından bombalanır. Küçük oğlu Resik yaralanır. Bunu haber alan istihbarat reisi Şevket Bey,  Seyit Rıza’nın  karısı Elif  Hanıma haber göndererek yaralı olan küçük oğlu Reşik’i tedavi ettirmek istediğini söyler. Elif Hanım oğlu Reşik’i yanına alarak Elazığ’a getirir. Askeri hastahanede tedavi görmeye başlayan Reşik tutuklanır ve 15 Kasım 1937 günü babası Seyit Rıza ile birlikte idam edilir.

Koçgiri isyanı önderlerinden  Seyit Rıza’nın en güvendiği insan olan Alişer     9 Temmuz 1937  günü devlet tarafından parayla satın alınan  kivresi Zeynel tarafından ihanete uğrayarak kalleşçe öldürülür.

17 Agustos 1937’de Titenik, Tokmakbaba, Sarıoğlan üçgeninde askeri tarama yapılır. Daha sonra Seyit Rıza’nın 43 kişilik akraba ve köylüleri Çelemuri deresinde öldürülür.

İhanetler de durmak bilmez bu arada. 26 Agustos 1937’de Bahtiyar aşireti reisi Şahan Ağa devlet tarafından paraya boğulan üvey kardeşine öldürttürülür. Bahtiyar aşireti boş durmayıp hainleri en kısa sürede yakalayıp -cenaze toprağa verilmeden önce-   öldürürler ve paraları ibret olsun diyerek ağızlarına doldururlar.

10 Eylül 1937 günü Seyit Rıza Erzincan yolunda yakalanır.  Katliamın tüm hızıyla sürdüğü günlerde Seyit Rıza’ya Erzincan valisinden  görüşme talebiyle bir mektup gelmiştir. Mektup bir tuzaktır. Asıl niyet Dersim Direniş Kuvvetleri Komutanı olan Seyit Rıza’yı yakalayıp onunla birlikte direnişi de etkisiz hale getirmektir.Bir diğer söylenti ise, çok kan döküldüğünü gören Seyit Rıza’nın Erzincan’a, “canına bir zarar gelmeyecek sözü” üzerine teslim olmak için gitmektedir. Bilinmekte olan  gerçek ise, Seyit Rıza’nın oğlu Reşik’in devletin elinde olduğudur.

Seyit Rıza’nın devletin elinde olması Dersim aşiretlerinin de belini kırmıştır.Direniş zayıflamaya başlar. Seyit Rıza’nın koruması altında olan Koçgiri isyanı  önderlerinden Baytar Nuri’nin kolu kanadı kırılmıştır, Dersim’den ayrılmaktan başka çaresi kalmaz.

Seyit Rıza’nın yakalanışı Dersim’in sessizliğe bürünmesine neden olur. 1937’nin 22 Ekim’inde askerler garnizonlara dönmeye başlarlar.

Elazığ Sıkı Yönetim Mahkemesi çok hızlı ve acele hareket ederek bir gecede Seyit Rıza, oğlu ve diğer arkadaşlarına idam cezası vererek hemen infazını gerçekleştirmek isterler. Dört kişi yaşlı diye idam edilmezler, diğer yedi kişi Elazığ – Buğday meydanında   15 Kasım 1937 idam edilirler. Ağır hapis alanların sayısı da 37 kişi kadardır.

Dışişleri eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında Seyit Rıza’nın yaşlı olduğu için yaşı küçültülerek, oğlu da yaşı küçük olduğu için büyültülerek idam edildiklerini yazar.

1937 yılı sonu itibarı ile Dersim aşiretlerinin önde gelen liderleri ya idam edilmişlerdir ya da ağır hapisle cezalandırılarak ömürlerinin sonuna kadar hapiste kalmaları sağlanmış ve böylece Dersim bir bakıma kendi kaderine terkedilerek kurdun kuzuyu yemesi kolaylaştırılmıştır.

Vahşetin  ve  Acıların  Yaşandığı Yıl 1938.

Dersim kanayan bir yara. Yüzleşilse de küllenmez, kanar durur hala. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük toplumsal trajedisi,  Dersim toprakları üzerinde Dersimlilere yaşatılmıştır.  Dersim katliamı;  devletin sistematik olarak kurgulayıp kapsamlı bir temizlik yapmak istemesinin sonucudur.

Dersim Tarihi’nin kronolojik sıralamasında da görüldüğü gibi, adım adım planlanarak 1938 katliamına gelinmiştir.

Devletin planlı çalışmasının içeriğini; Türkçe konuşan ve dolayısıyla kendini Türk hissetmesine neden olacak, İslam’ın Sünni yorumunu yaşama geçirecek bir toplum yaratmak oluşturuyordu. Ve bu planın başarılmasının da ancak radikal tedbirler ve ardından gelecek radikal çözümlerle sağlanacağı öngörülüyordu. Yani büyük bir ameliyat yapılacak ve devletin gözünde  kanserli bölge her neye mal olursa olsun kesilip atılacaktı.

Dersim;  Alevi ve Zaza olan bir halkı barındırır. Sarp, geçit vermez bir coğrafyaya sahiptir. Etnik ve dini inancıyla farklı bir yapısı vardır. İçinde çok sayıda aşiret ve oymakların yanında hatırı sayılır bir Ermeni toplumu da yaşamaktadır. Daha önce de görüldüğü gibi Osmanlı döneminde  de çeşitli askeri harekatlar düzenlenmiş   olmasına rağmen pek başarıya ulaşılamamıştır. Hele 1915 Ermeni tehcirinde  kendilerine sığınan Ermenileri bağırlarına basıp onları devletten koruyan Dersim’e bir ders vermek kararında olan devletin gözü kararmıştır. Her ne şekilde olursa olsun gereken yapılacaktır.

Dersim’i kendilerine karşı asi olarak ilan eden devlet, günahsız halkı da katletmekten çekinmemiştir.

1938 Dersim Katliamında sorumlu mevkiinde bulunan şahıslar  yazdıkları anılarında o döneme ait bilgiler vermekteler. Bunlardan birisi de  hava subayı olarak görev yapan ve Dersim’in bombalanmasında da bulunan Orgeneral Muhsin Batur ölmeden önce yazdığı kitapta Dersim’de yaşananları anlatır ve şöyle der: “Elazığ’n biraz uzağında  Harput’un eteklerindeçadırlı ordugah kurduk ve bir müddet sonra  ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum…”  Çok kötü şeylerin yaşandığı sözcüklerin arasında gizli zaten.

Bir diğer  tanık da Adalet Partisi  hükümeti döneminde Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil’dir. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı olmadan çok önce o dönem Malatya Emniyet Müdürlüğünde görevli olan  Çağlayangil  ile yaptığı  bir röportajda  gaz kullanıldığını açıklamıştı. Savaş uçaklarının Dersim üzerine bomba yağdırdığı biliniyordu ama gaz kullanıldığı yeniydi.  Çağlayangil: “…Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer siz de girebilirsiniz.”     İngiliz arşivlerinde bulunan ve Radikal Gazetesi’nin yayımladığı belgelerde savaş uçağı  ve gaz kullanıldığı yönünde. 17 Ocak 1947 tarihini taşıyan ve İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen  Dersim ile ilgili üç sayfalık raporda şunlar yazılıdır: “Uçakların kullanıldığı, inanıyorum ki gaz da kullanıldı, insafsız operasyonlardan sonra silah taşıyabilecek nüfusun çoğunluğu Anadolu’nun diğer ücralarına nakledildi.” 

Dersim askeri harekat planı 5 yıl öncesinde tam anlamıyla hazırdı. Osmanlı döneminde de yapılan askeri harekatlar Türkiye Cumhuriyeti döneminde de aralıklı olarak devam etti ve  Cumhuriyet hükümeti  1933 yılında  Jandarma Umum Komutanlığı tarafından hazırlanan eylem planı, askerin her ne olursa olsun Dersim üzerine yürüyeceğini ve aşiretlerin sürgün edileceğini  gösteriyordu.

Kronolojik sıralamada da gördüğümüz gibi 1921 Koçgiri kasabı Nurettin Paşa’nın da damadı olan  Abdullah Alpdoğan,  1936 yılında geniş yetkilerle donatılarak  Genel Müfettiş olarak  bölgeye gönderilir. Yeni kurulan Tunceli vilayetine hem vali hem de komutan olarak atanmıştır.  Dersim, Elazığ ve Bingöl illerinde sıkıyönetim ilan edilir. Ayrıca Dersim’i yasak bölge ilan edip Dersim’e giriş çıkışları izne bağlamak  ilk öncelikli işlerinden biri olacaktır..

Devlet yerel yöneticiler kanalıyla  Seyit Rıza ile bağlantı kurmuş, bir süre müzakere yürütülmüş. Seyit Rıza da kimi zaman mektup kimi zaman sözlü mesajlarla bağlantıyı kesmemiş. Cumhurbaşkanlığı arşivinde bulunan belgelere göre, O dönemde eşkiyanın başı olarak lanse ettikleri Seyit Rıza ile pazarlıklara oturmuşlar, Seyit Rıza hükümete bağlılık ifadelerinde  bulunmuş ve  yetkililere: “Hükümetle düşman olan Allah düşmanıdır) ifadelerini kullanmış. Kendisine güven duyulmaması halinde  Suriye veya Türkistan’a sürgüne gönderilmesini istemiştir.  Seyit Rıza  ilk sürgün talebini Sin Nahiyesi müdürüne açıyor: (Hükümet benden şüphe ediyorsa  bari bıraksalar da Halep’e gitsem). Seyit Rıza’ya Aleviliği hatırlatılıp, “Halep’te ne yapacaksın? Ali’yi mağlup eden, oğlu Hüseyin’i şehit eden Muaviye ve Yezid’in döküntü evlatları tarafından kurulmaya çalışılan Fransız oyuncağı Arap hükümetinden hayır mı umuyorsun?” deniliyor.  Seyit Rıza bunun üzerine yeni bir seçenek sunuyor. “O zaman Türkistan’a gönderin.”  Seyit Rıza  Alay Komutanlığı’na  9 Mayıs’ta gönderdiği mektupta Türkistan’a gitme isteğini yineliyor. Devlete yaptığı hizmetleri anlatan Seyit Rıza, Atatürk’e hitaben şöyle diyor: “Gazi Hazretlerine malumdur ki şimdiye kadar hiç bir ecnebi düşmanla konuşmadığımızı ve bir güna hiyaneti vataniyede bulunmamış olduğumuzu cihan bilir ve kayden sabittir. Eğer sadakat ve hizmetlerimden hükümet şüphe ediyorsa  aşireti ile beraber Türkistan’a hicretlerine himmet buyursun. Zira başka düşmanlarımızın ülkelerine gitmeye razı olamıyoruz.”

Dersim operasyonunu yütüten Alpdoğan Paşa, Seyit Rıza’nın sürgün isteğine önce yeşil ışık yakarak bu talebi dikkate alacaklarını söyler ve Seyit Rıza’dan  “aile efradının kaç kişi olduğunun bildirilmesi ve Hozat’a gelmesini”  ister.

Devlet ile Seyit Rıza arasında ilginç bir pazarlık  da   7 Mayıs 1937 yılında yaşanıyor. Seyit Rıza toplantı halindeyken evine tayyare ile bombardıman yapılıyor. Suçsuz olduğunu söyleyen Seyit Rıza, devletle temasa geçiyor. Karaoğlan Nahiye Müdür’ne ulaşıyor. Nahiye Müdürü’ne, “Seyit Rıza ile görüş ve tek başına olduğu sırada kulağına aşağıdaki sözleri söyle”  talimatı geliyor. O talimat ise şöyle: “Askerlere sizin düşmanlarınız ateş etti. Hükümet sizin kabahatsiz olduğunuzu öğrendi. Demananlılar ile Yusufanlılar yakın senelerde size olan düşmanlıklarını gösterdi. Eğer siz bunların akrabalarından vurursanız tayyare bombardımanından zararınız olmuşsa hükümet tanzim edecektir ve sizi bu hizmetinizden dolayı mükafatlandıracaktır.”

Seyit Rıza ile Nahiye Müdürü arasında şu konuşma dialogu yaşanıyor.

Seyit Rıza: “Böyle hizmet edersem hükümetçe makbule geçer mi?”

   Nahiye Müdürü: “Hizmet ederseniz hükümet memnun kalır. Bunu size temin ederim.”

Seyit Rıza: “Öyle ise ilk evvel ateşi kestireyim, Munzur üzerinde köprüler yapayım.” 

Görüldüğü gibi, Devlet  diğer aşiretleri vurması karşılığı ödül dahi vaat ediyor.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın Dahiliye Vekaletine gönderdiği 12 Mayıs 1937 tarihli yazıda Dersim’de “Harp Kanunu” uygulanacağı bildiriliyor.. Askeri Ceza Kanunu’nun  7. Maddesinin hatırlatıldığı yazıda, “Harekatın başlangıcından diğer bir emir verilinceye kadar harp hükümlerinin cari olacağının kıt’alara tebliğ edilmesini dilerim” deniliyor.

Çankaya köşkünde bulunan ve basına sızan 103 Dersim belgesinde o  dönemin olaylarını aydınlığa kavuşturacak bilgiler mevcut. Bu belgeler içerisinde Atatürk, İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, İçişleri Bakanı Şükrü kaya ve Bölge Komutanı Abdullah Alpdoğan’ın yazışmaları  bulunuyor. Belgelerden anlaşıldığına göre Dersim’e yapılan askeri harekatın her aşamasından Çankaya köşkünün ve başta bulunan hükümetin haberi var.

1935,1936 ve 1937’de Dersim’e yapılan operasyonların altındaki imzalar Atatürk ve İnönü’ye ait. Haziran başında başlanan ve operasyonların en ağırı ve sonuncusu olan 1938 Dersim Harekatı’ndaki  kararnamede de  Atatürk’ün imzası var.  09.06. 938 tarihini taşıyan  8993 sayılı kararnamede bir aydan fazla devam edeceği tahmin edilen Tunceli Harekatının muharebe ve müsademeleri istilzam edecek mahiyet ve ehemmiyette olduğu belirtiliyor ve 88I sayılı kanunun I’inci maddesine göre onandığı  yazılıyor.  Cumhurbaşkanı olarak Atatürk’ün imzaladığı kararnamede Başbakan olarak Celal Bayar imzası bulunuyor. 09.06.I938 tarihini taşıyan Atatürk imzalı başka bir kararnamede de  Kara, hava ve jandarmanın Tunceli’ye yapacağı harekatın “sefer mahiyetinde mühim bir harekat olduğu yazılı. Atatürk’ün Dersim’den değişik yıllarda başka illere göç ettirilen ve ettirilecek yerliler ile ilgili kararnamalerde de imzası mevcut.

TBMM arşivlerinde bulunan önemli bir belge ise  1 Kasım 1938 tarihini taşıyor. Hasta olduğu için TBMM’nin açılış törenine katılamayan Atatürk’ün bu konuşmasını Başbakan Celal Bayar milletvekillerine okuyor. Söze “Reisimiz Atatürk’ten aldığım emir üzerine  bu seneye ait nutuklarını okuyorum,” diyerek başlayan Bayar’ın okuduğu metinde Dersim ile ilgili kısımlar şöyle: “Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had safhaya ulaşan Tunceli’ndeki toplu şekavet hadiseleri muayyen bir program dahilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur.”

Dersim ile ilgili imzası bulunan diğer bir devlet adamı da İnönü’den sonra Başbakan olan Bayar. Bölgeyle ilgili geçmiş yıllarda bir de islah raporu bulunan Bayar’ın son harekat olan 1938’de  Başbakan olarak imzası var. Ayrıca her askeri operasyonun  başında olup harekatı adım adım izleyip komuta eden Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak.

Başbakan İsmet İnönü’nün 18 Eylül 1937’de Dersim askeri harekatıyla  ilgili TBMM’de yaptığı,   bravo  ve alkışlarla kesilen konuşmalarından biri: “Şimdi size, Tunceli’ndeki vaziyetin bugünkü halini arzetmek isterim. Cumhuriyet’in imar ve islah programına  muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretin ne kadar adamı varsa, bunlar reisleriyle beraber faaliyet imkanından tamamiyle mahrum bırakılmıştır. Cumhuriyet ordusu ve zabıtası, bu hadise esnasında yaptığı takiplerde, hurafe olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve  ne kadar  çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmişlerdir. Kanun götüren ordu, jandarma neferlerinin, ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur. Cumhuriyetin ıslahat ve imar programına muhalefet eden bütün engeller ortadan kaldırılmış ve program bir an fasıla vermeksizin ilerletilmektedir.

   Uzun süren ve Cumhuriyet kanunlarını behemahal yürütmek için gösterilen azim, şiddet karşısında bile zayiatın binetice hafif olmasına dikatinizi celbetmek isterim. Silahlar çok müessir ve silahları  kullanmak için hiç bir tereddüd olmadığı halde isyan edenlere karşı silah kullanan ordu heyetleri ve Cumhuriyet jandarması bir hayatı kurtarmak ve korumak için son derece şefkatle hareket etmiştir. İsyana iştirak eden aşiret reislerinin hepsi mahkemeye verilmişlerdir. Umumi, tabii olan adliye mahkemesine verilmişlerdir.  Cumhuriyet idaresinin kuvvetli olduğu kadar şefkatli ve adaletli olduğunu göstermek itibariyle Tunceli hadisesi en son ve en mukni, bir misal olmuştur.”

O dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün konuşmalarından anlaşılacağı üzere, Dersim harekatı başarı ile sonuçlanmış ve aşiret reisleri ve adamları yakalanarak mahkemeye verilmişlerdir. Yani, hiç bir tehlike kalmamıştır. Peki 1938 yılındaki Dersim katliamı neyin nesidir?

Amaç; bir inancın,bir kültürün insanlarını topyekun imha ederek ortadan kaldırmaktır.

Cumhurbaşkanı  Atatürk, Elazığ’daki 4. Umum Müfettişliğini 17 Kasım 1937’de ziyaret etmiş (Seyit Rıza, 15 Kasım 1937’de idam edilmiştir).  Atatürk,  bu ziyaretinde  Celal Bayar, Şükrü Kaya, Ali Çetinkaya, Kazım Orbay ve Abdullah Alpdoğan ile toplantı yapmış.

Dersim’e yapılan askeri harekata görülen lüzum üzerine Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı  da  katılmış. 4 Mayıs 1937 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’nın  4. Genel Müfettişliği’ne  gönderdiği yazı bunu doğruluyor. Yazıda , “Muhafız Alayının usta erleri ve yalnız süvari bölüğü ve bir dağ bataryasının Ankara’dan trenle Elazığ’a hareket ettirileceği…”  belirtiliyor.

Yine Dersim Harekatına Albay İsmail Hakkı Tekçe komutanlığındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın gönderildiği bilgisini o dönemin CHP Kütahya Milletvekili Naşit uluğ da onaylıyor. Uluğ, “Tunceli Medeniyete Açılıyor” adlı kitabında olayı şöyle anlatıyor: “Doğudan tertip edilen kuvvetlere Ankara’dan Muhafız Alayı da iştirak etti ve bu kuvvetlere Nazımiye, Keçiseken, Sin ve Karaoğlan  hattına süratle varmak vazifesi verildi. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Asbaşkan Orgeneral Asım Gündüz  ve kurmayları Dersim’e giderek harekatı takip etti.”  Atatürk’ün en güvendiği adamlardan biri olan Uluğ, aynı zamanda o dönemde Cumhuriyet Gazetesi yazarıydı. Muhafız Alayı’nın 7 Haziran tarihinde Dersim’de olduğu tahmin ediliyor. Çünkü Alay Komutanı Albay İsmail Hakkı Tekçe’nin aynı tarihte Genel Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan, 17. Tümen Komutanı Tuğgeneral Kemal Ergüden, 62. Alay Komutanı Albay Şemsettin, Jandarma Alay Komutanı Yarbay Cevdet, Beyaz Dağ’da buluşup harekatın gidişatı yönünde görüştüğü biliniyor. Devam edecek…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir