VAROLUŞ VE YARADILIŞ ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

– Haydar Buga-
“Daha Allah ile cihan yok iken Biz anı var edip ilan eyledik Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken Hanemize aldık mihman eyledik”
( Edip Harabi)
Varoluş ve yaradılış birbirlerine karşıt iki söylem ve yeryüzünde yaşayan toplumlarda çokça karşılığı olan anlayışlardır. Birisi her şeyin evrimleşerek var olduğunu diğeri de görünmeyen bir gücün(Allahın) her şeyi yoktan yaratığı iddiasında bulunur. Varoluş anlayışı yaradılışı reddeden, her şeyin milyarlarca yıllık bir süreçten geçerek elene elene, pişe pişe, yoğrula yoğrula, evrimleşerek mikro organizmaların birleşerek Makro organizmaları oluşturması, hücrelerin harmanlanarak bedenleri, bedenlerin milyarlarca yıllık serüvenin ardından vücuda/dile gelmesi. Batini boyutuyla “Turab oldum düştüm toza”Pir sultan Abdal veya “Bir kandilden bir kandile atıldım/ turap olup yeryüzüne saçıldım” Hatayi anlayışıdır. Noktayı pinhandan (görünmeyen gizli âlemden) yani o ilk patlamadan/“Bigbang”den noktayı vahdete (birlik noktası/bedende buluşma) evrimleşerek, gelme hali olarak görür.
Varoluştaki Tanrı’yı gün yüzüne çıkarma anlayışı da kısaca şöyle özetlenir.
‘‘Kendisinin ismi henüz yok idi/ İsmi şöyle dursun cismi yok idi / Hiçbir kıyafeti resmi yok idi/ Şekil verip tıpkı insan eyledik…‘‘
(Edib Harabi)
Yaradılışta ise Tanrı, varol (kün emri) dedi ve Tanrı’nın bu emri üzerine her şey bir anda yoktan var oldu. Varoluş ise varlığın birliğini benimser ve tekçi yaradılışı reddeder. Yani hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz, her şey vardan var olmuştur ve görünen ve var olan her şey bir bütünün parçasıdır.
Bu anlayışa göre insan mikro kozmostur. Bütün evreni içinde taşır çünkü o evrenin bir parçasıdır, Yani Hallac-ı Mansur deyişiyle “Ene-l Hak” anlayışıyla Vahdet-i Vücud’dan, Vahdet-i Mevcud’a varıştır. Nasıl ki Makro kozmosu (görünen ve görünmeyen evrenin tamamı) milyarlarca gezegen ve yıldızdan oluşuyorsa, insan vücudunu da milyarlarca bakteri ve hücre oluşturur.
Nasıl ki her hücre vücudun bir parçası ve onların birleşimiyle bir beden oluşuyorsa, insan da önsüz ve sonsuz evrenin bir parçasıdır. Anadolu coğrafyasında Varoluşu savunan en kadim inançlardan biri olan Alevilik inancı, Tanrı’nın öz’üyle bir ve aynı olduklarını da şu bakış açısıyla dile getirirler:
‘‘ Allah ile burda birleştik-(beden ve beden içindeki Kalp kastedilir) /Nokta-i âmâya girdik birleştik Sırr-ı Küntü kenzi orda söyleştik / İsmi şerifini Rahman eyledik…‘‘
Edip Harabi
Dimi Baba, Varoluşun Enel Hakk anlayışını şu sözler ile dilegetirir.
“Kâinatın aynasıyım, Mademki ben bir insanım / Hakk’ın varlık deryasıyım Mademki ben bir insanım/ İnsan hakta hak insanda/ Arıyorsan bak insanda/ Hiç eksiklik yok insanda /Mademki ben bir insanım
Âşık Daimi
Alevi anlayışında Tanrı görünen, görünmeyen, canlı cansız her şeyde vardır, mevcuttur.
İnsan da onu dile getiren, zikr eyleyen, söyleyen, ispat eden yegâne varlıktır. Bu yüzden insan (özellikle kadın/Ana için) Tanrı’nın yeryüzündeki yegâne sıfatı olarak görülür. Tanrıyı görünür âlemde var eyleyen bu anlayış kitaplı dinlere göre Tanrı’ya şirk koşmaktır, çünkü o anlayışın Tanrı’sı doğmaz ve doğurmaz, kimse ona denk olmaz. O görünmez âlemde her şeyin üstünde ve Hükümdardır. Verdiği hükümleri yerine getireni cennet, huri, gılman vs. ile mükâfatlandıran, yerine getirmeyeni ise cehennem ateşi, kaynarsu, ızdırap, zebani vs. ile cezalandırandır.
Halbuki Alevilik anlayışında her hesap bu alemde ve pir huzurunda görülür.‘‘ Mürşid meydanında Mahşer kurulur/ Bacı kardeş bir araya derilir / Hayrımız şerrimiz burada sorulur/ Her hesabı burda verenleriz ‘‘
Meuli Baba
Çünkü varoluş cenneti de cehennemi de üzerinde yaşadığımız bu dünya bilir. Görünmeyen bir âleme/öbür dünyaya da inanmaz. Varoluş anlayışı, “Evim cennet, eşim, huridir bana” diyen ve yine Meluli Babanın söylemiyle; “Cenneti parasız zahide veren, cehennem korkusunu gönülden silen, huriyi kılmanı bu âlemde bulan” bir anlayıştır.
Yaradılış anlayışı ise öbür dünya diye tabir ettikleri, öldükten sonra gidilerek, sorgunun sualin, günahın sevabın görüleceği yer olarak algılar. Varoluş inancında, öğretisinde ölüm olmadığı için böylesi bir kaygı da yoktur. Bunu da zahit olana yine Harabi’nin şatiye nefesiyle şöyle dile getirirler. ‘‘Bir cehennem kazdık gayetle derin/ Laf ateşi ile eyledik tezyin/ Kıldan gayet ince kılıçtan keskin/ Üstüne bir köprü mizan eyledik.‘‘
Edip Harabi
Varoluş anlayışı bütün sorgusunu sualini bu âlemde, canı tende iken öz’ünü Dar’a çekerek, birlikte yaşadığı musahip toplumu içerisinde, kendi özgür iradesiyle ve de rızalıkla yapar. Varoluş anlayışının günah veya sevap anlayışı veya iyilik ve kötülük gibi ikilemleride yoktur.
İnsanı hamervah ya da ikrarlı görür. Pişmeyi erdemlilik bilir,turab olabilmeyi Yola adım atmak sayar. Kimsenin kimseden üstünlüğü, eksikliği yoktur. Hiçbir Tanrısal güce ya da kişiye iradeyi teslim etmek söz konusu olamaz. Herşey karşılıklı niyaz/Rızalık üzerine gerçekleşir. Bu nedenle buna “El ele el Hakk’a” silsilesi deriz. Bu yüzdende yaşamları boyunca kimseyi kırmadan, üzmeden, incitmeden, olgun insan olabilme gayreti içerisinde, ikrarlarıyla yaşamayı amaç edinirler.
Eğer bir can, İkrar kemendini beline dolamışsa, doğadaki bütün canlılarla da ikrarlılık içine girmiş olur. İnsan kusurlu ya da suçlu değildir. Rehberli, Yol’u, Cemi cemaati, bilgiyi edindikçe nefsine sahip olmayı, başkasına musahip olmayı, toplumuna xızır olmayı, kendi özünü yoklayıp kâmil insan olmayı bilir. Kendi özün yoklamayan/ Karasını aklamayan /Hakk hanesin paklamayan/ Can didara erermi dersin…‘‘
PirBela
Bu erdemliliğe ulaşabilmek adına canlıların tüm katmanları ve doğanın tamamını kutsal kabul (kendi öznde bir ve aynı bilir) eder. Bu sırrı kendi içlerinde bazen isimlerle bazen cisimlerle bazen de rakamlarla sırlayarak, Yol’dan, Cem’den, rehberinden, mürşidinden öğrendiği evrenin bilgisini, sırlarını kendi içlerinde taşıyarak (genelde) sözlü aktarıyla nesilden nesile kodlayarak taşıya gelmişlerdir.
Sır denilen olgu aslında kâinatın var oluşuyla ilğili binlerce yıllık insanoğlunun belleğinin birikimidir, unutulduğunda belki bir daha asla insanoğlunun ulaşamayacağı kadim bilğilerdir. Bundandırki bu kutsal bilgiler sırlar öyretisi ile nesilden nesile insan-i kâmiller aracılığıya günümüze taşınmıştır Cahillere ve sırır taşıyamayanlara da bu öğreti verilmemiştir çünkü kıymet bilmeyen ellerdeki bilgi ya YOL’a zarar vermiş ya da heba olup gitmiştir.
Bunu da yine Yol dili ile şöyle dillendirmişlerdir: ‘‘Bu sözleri sanma her insan anlar / Kuşdilidir bunu Süleyman anlar/ Bu sırr-ı müphemi Arifan anlar/ Çünkü cahillerden pinhan eyledik‘‘
Edip Harabi
Kendini bir pazılın parçası, Hakk’ı ise o pazılın bütünü olarak gören bu anlayış kendini görünür âlemde “Hakk, Doğa, İnsan” veya “Hakk, Âlem, Âdem” olarak adlandırır. Hakk; Kâinatı, Âlem; üzerinde yaşadığımız doğayı, Dünyayı. Âdem; ise bu doğadaki tüm canlıları kapsar/temsil eder.
Varoluş felsefesi Varlığın Birliği’ni benimser ve ayrılık-gayrılık gütmez
”Ben oyum O ben” der Nesimî. “Ben gelesem o gelmez idi/ Kimse onu bilmez idi/ Neslim yayılmasa aleme/ Yolu yolağı bilmez idi…”
(Pir Bela
Hakk’ı uzaklarda değil kendi içinde arayıp bulan, varlık âlemine çıkarıp ispat edendir. Çünkü her yönü bilimsel akıl, mantık, vicdan ve adalet ile örülüdür. Hakk’ın insanın gül cemalinde saklı olduğunu bilenler bunu şu kelamla dile getirirler.
‘‘ Hak ile Hak idik biz ezeliden / Ta ruz-i Elestte Kalu belide / Mekân-ı Hüda’da bezm-i celide / Cemalini gördük iman eyledik…‘‘
Edip Harabi
Bütün düşünce ve felsefi söylemleri ile Tektanrılı dinlere kafa tutmuş, onların egemen dinin devlet anlayışı olmasından kaynaklanan güçlerine karşı asla boyun eğmemiştir.“Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”
Pir Sultan Abdal
Bu anlayışı içerisinde yüz binlerce bedel ödemiş ama asla Yolundan sapmamış, dönmemiş olan bu düşünce, Yol süreç içerisinde İslam coğrafyasında var olabilmek adına bazı ritüellerde takiye yapmak zorunda kalmış ancak içerde kendi özünü korumayı hep başarmıştır . Bu anlayış tüm olumsuzluklara rağmen tabiri caiz ise her şeye ve herkese inat yaşamaya devam ediyor ve de edecektir.
Kısacası bu felsefe Hakk’ı insana indirgeyen, gönlün Hakk’ın mekânı olduğuna kanaat getiren başka âlemlerdeki görmediklerine inanmayan bir anlayış, felsefe, inanç ve yaşam biçimidir. Bunu da Harabi’nin şu güzel Hak kelamı ile süslerler.
‘‘Vahdet sarayına giren için / Hakkı aynel yakîn görenler için/ Bu sırrı Harabi bilenler için/ Birlik Meydanı’nda cevlan eyledik…‘‘
Edip Harabi
Neticede; Varoluş Tanrıyı bu âlemde görür; “ne varsa âlemde, mevcuttur âdemde” der. Yaradılış ise bütün kudretin görünmez âlemdeki Tanrı’da olduğuna inanır. Varoluş Güneş’i, Ay’ı, doğayı ve bu doğadaki, ağacı, dağı, taşı, suyu, canlı cansız her şeyin Hakk’ın bir parçası görür ve kutsar.
Yaradılış ise görünmeyeni ve vahiyle yazılmış olanı kutsar, değiştirmez, değiştirilemez sayar. Ne hikmetse yine de değiştiren değiştirene. Varoluş’ta Devriye inancı vardır. Ölüme inanılmaz, çünkü “hiçbir şey vardan yok, yoktan da var olmaz”. Tanrısal öz’le var olanlar ebedi yok olmazlar, değişirler, dönüşürler. Hak’tan gelen Hakk’a döner ve bir gün her canın o kapıdan geçerek dönüşebileceğini kabullenir.
Yaradılış da ise ölüm vardır. Bu dünyada yaşamı sonlananın bir daha gelemeyeceğine, vebaline göre cennete ya da cehenneme gidileceğine inanılır. Varoluş başka bir âleme (öbür dünyaya cennet veya cehenneme ) inanmaz. Yaradılış öldükten sonra öbür dünyada dirileceğine inanır.‘‘ Var olmuşuz cümle varda/Saklıyız Haktaki nurda/
PirBela
Varoluş da cennet ve cehenneme yer yoktur. Cenneti de cehennemi de bu dünya sayar. Yaradılış da ise cennet ve cehennem (öbür dünya) anlayışı hâkimdir. Bu dünya’da yaşamak. Varoluşa inanan insanların yaşadıkları coğrafyalarda seçtikleri yaşam tarzları ile kendi geleceklerini kendilerinin belirlediğine inanır ve bunun için mücadele ederler, bundan sonra da edeceklerdir. Yaradılış ise kaderciliğe, alın yazısına inanır. Tanrı anlına ne yazmışsa bu dünyada o yaşanır anlayışı hâkimdir. Varoluş iyilik ve kötülüğe inanır. İyi insan, erdemli insan olabilmek için çaba sarf eder. Günahsız olduğu için bu dünyada yaşamın güzelliği, rızalığı ve bölüşümü için Dört Kapı Kırk Makam’ı ilke edinip ona göre yaşar. Başka hiçbir dinin, inancın etkisine göre kendi varlık alanını, Mürşitlerinin, Pirlerinin, Rehberlerinin ve Âşıklarının Yolunu terk etmez ve taviz vermez.
Yaradılış da günah ve sevabı vardır. Kötülük yaparsa öbür dünyada cezalandırılacağına, sevaplar karşılığında da elde edeceği mükâfatı hayal eder. Kötülüğün, adaletsizliklerin bedelini bu dünya da değil, başka dünyadan bekler. Varoluşta mevsimsel geçişler ile oluşan doğanın kanunları ve kişilerin toplum içerisinde “gönül rızalığı” vardır.
Yaradılışta Tanrı’nın kanunları, Şeriatı vardır ve her insan o değişmez köleci, aşağılayıcı, kadın ayrımcı, cinsel belirleyici ve insanın köleliğini kabul edici düzeninin kanunlara uyarak, Tanrıyı memnun etmek zorundadır. Kendisi gibi inanmayanı cezalandırıcı, insanı öldürerek cenneti garantilemeyi elzem görür. Tanrısına, dinine, kitabına itaatkâr olmayanlar en ağır şekilde cezalandırılırlar. İtaatkâr olanlar ise cennette (huri, gılman, şarap vs.) mükâfatlandırılırlar.
Varoluş bütün hesabını, rızalığını bu dünyada görürken, Yaradılış herşeyi öteki tarafa, sırata bırakır. Varoluşta gönül köprüsü/gönülden gömüle muhabbet/ikrar vardır. Yaradılışta sırat köprüsü, zebaniler, korku üzerine bina edilmiş bir hayat vardır.
Alevilikte herşey sevgi üzerine kurulur; “Canan bizim canımızdır/ Teni bizim tenimizdir/ Sevgi bizim dinimizdir/ Başka dine inanmayız…”
Hüdayi
Bu örnekleri elbetteki çoğaltabiliriz, Hele de yol ritülleri ile karşılaştırdığımızda, Yol’un, yani Aleviliğin Tektanrılı hiçbir dinle uyuşmadığını görelebilir. Bilhassa bugün “asıl Müslüman biziz”, “Alevilik İslam’ın özüdür” çığlıklarıyla Yol Pirliği yapmaya çalışanlar aşağıda sıralayacağımız ritüellerin hangi inançla bağdaştığını lütfen bir mukayese etsinler.
Müslüman toplumun şeriatı ve İslam’ın koşulları ve hatta imanın bile şartları vardır. Müslümanlarda Mushaf’ı Osman vardır. Alevilerde “telli Kuran” vardır. Telli Kuran bağlamadır. Aşığın sözüdür. Müslümanlar imam eşliğinde günde beş vakit ve farklı zamanlarda özel namazlar kılarak ibadet eder. Alevi Ayin-i Cem birler, gülbang, çerağı, post, süpürge, lokma, niyaz, semah, dem ile cem yapar. Müslümanın ibadet önderi imamdır. Alevilerin Pir Ana, Pir, Mürşid, Rayber (dede), Baba’dır. Müslümanlardaki Hoca, İmam devlet görevlisidir. Hizmeti ücret mukabilinde yapar. Alevilerde hiç bir menfaat gözetmeden Rızalık, hakullah alınarak yürütülür.
Müslümanlar Kelimeyi Şehadet getirir. Aleviler ikrar verir. Müslümanlarda günah ve sevap anlayışına karşılık, Alevilerde iyilik ve kötülük anlayışı vardır. Müslümanlarda ibadet sevap kazanmak için yapılır, Alevilikte kemalete ermek için nefisten arınmak için yapılır. Müslümanlar ibadetlerinde Kuran okurlar, Aleviler bağlama ile deyiş duaz, mersiye, devriye dillendirirler. Müslümanlar Ramazan’da oruç tutar, Aleviler Gağan, Xızır ve yas oruç tutar. Orucun amacı Alevilikte arınma, Müslümanlarda ise günah lardan kurtulmak, cennete gitmek.
Müslümanlarda çok eşlilik erkeğe normal karşılanırken, Alevilerde tekeşlilik şarttır. Nefsine uyup eşini boşayan veya mecburi haller dışında ikinci evlilik düşkünlük sayılır. Müslümanlarda Muta nikâhı vardır. Alevilerde Pirin yürüttüğü evlilik erkânı ve resmi nikâh vardır. Müslümanlarda Hac, umre vardır. Alevilerde gönül tavaf edilir. Müslümanlarda cennet, cehennem vardır. Alevilikte cennet de cehennemde bu âlemdedir. Müslümanlar burada yaptıklarının hesabını öbür dünyada vereceklerine inanırken, Aleviler Hakk Meydanı’nda özlerini senede en az bir kere dara çekerek, birlikte yaşadıkları toplumun fertlerinin rızalıklarını alır, her hesabı burada görürler. Müslümanlarda huri, gılman vardır. Alevilikte; “Evim cennet eşim huri” anlayışı vardır. Fakat maalesef hala günümüzde Hak Yol’u, Hakikat talibi olduğunu sıklıkla dile getiren tekçi zihniyetçi yaradılış’ın doğruluğunu savunan, Yol’u Yol dışında gören ve bu toplumu selefi, vahabi anlayışı içerisine çekme gayreti için olanlarla karşılaşıyoruz.
Hakk yolumuzu yolsuza, arsıza pirsize düş eylemesin. Hızır cümle cana bu zor günlerde kol kanat olsun ,Hastaya şifa, derde derman eylesin.
Aşk ile .
PirBela

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler