Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Avukat Nihat Toktay; Erdal bizimle vedalaştı ölüme gülerek gitti

-Metin Kaçmaz-

‘Zavallı ve çaresiz biriymişim gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu bir yaşam dilerim

Devrimci selamlar.’

Erdal Eren

Erdal Eren 2 Şubat 1980’de gözaltına alınıp 19 Mart 1980 tarihinde de üç celselik göstermelik yargılama sonucunda idam cezasına çarptırıldıgını ve daha 17 yaşındayken idam edildiğini biliyoruz. Bu süreci bizimle paylaşırmısınız?

Süreç 12 Eylül’ün en kızgın dönemiydi ve mahkemeler en kısa zamanda deliller toplanmadan, şahitler dinlenmeden, olay yeri keşifleri yapılmadan Erdal hakkında en kısa zamanda bir karar verdiler. İki ay gibi bir sürede verilen kararda karşı taraf bizim öne sürdüğümüz hiçbir delili toplama geregini duymadı. Karar önceden verildiği gün gibi aşikardı. Bunun göstergeside 12 Eylül’ün başı Kenan Evren’in besleyelimde asmayalımmı konuşması bunun delilidir.

Verilen mahkeme kararını bir kez esastan, bir kez usulden bozan Askeri Yargıtay 3. Daire üyesi emekli Hakim Ahmet Turan idam kararının adli hata oldugunu, dosyada Erdal Eren’in askeri öldürdüğüne dair yeterli delil olmadığını söyledi. Bu bir vicdan azabı haykırışımıdır?

Erdal Eren davası askeri yargıtayda iki defa bozuldu. Yargıtayda var olan gelenek şudur. Karar bozulur mahkemeye gider mahkeme kararında direnirse yargıtaya geri gelir. Birinci bozma gerekçesi yaşının küçük olmasından dolayıydı. Fakat Yargıtay savcıları itiraz etti karar Yargıtay kuruluna gitti bozma kararı kaldırıldı ve karar onaylandı. Biz bu sefer tekrar itiraz ettiğimizde karar yargıtay mahkemesine geldi ve mahkeme anayasanın 59 maddesinin uygulanmamasını (yani cezanın 1/6 oranında düşürülmemesinden dolayı bozdu.) Eger 59 madde uygulansaydı idam cezası müeebbete düşer ve bir takım indirimleri vardı. Fakat bu kararada Askeri Yargıtay itiraz etti karar yine Yargıtay Kuruluna gitti ve karar yine onaylandı.

O dosyada Ahmet Turan rapörtör idi. Bazı toplantılarda ve kendisi ile konuşmalarımızda askerin Erdal Eren’in silahından çıkan mermiyle ölmediğini ancak arkadaşları ya da güvenlik güçleri tarafından kazayan vurulduğu şeklinde beyanları var. Oda neden kaynaklanır; otopsi raporuna baktığımıza merminin sırttan girdiğini soldan sağa doğru yol izliyor ve aşağıdan yukarıya doğru bir yol izliyor. Ve merminin giriş deliği 1 cm’nin üzerindedir. 7,65 çapındaki bir silahın 1 cm’lik bir çapı olmaz her zaman 1 cm’den küçüktür. Bu da şunu gösteriyor o dönemde inzibatlar Tomson dediğimiz otomatik silah kullanırlardı. Bu silahın vücuda giriş çapı yüksektir. Diğer taraftan merminin aşağıdan yukarıya gitmesi de ateş eden kişinin askerden aşağıda olarak ateş etmesi gerekir.

Erdal Eren ile askeri bulundukları yere baktığımızda asker yolda, sırttan vurulmuştur. Artı yolun karşısında kaldırım duvarı vardır, onun üzerinde demirden yükseklik vardır ve onun arkasında bulunan kalasların arka tarafından ateş edildiği söylenmektedir. Nereden bakarsak bakalım 1.5 metre yükseklikten ateş ediliyor. Bu yükseklikten ateş eden birinin silahından çıkan mermi hiçbir zaman aşağıdan yukarıya doğru yol izlemez.

Bütün bunları mahkemelerde dile getirmemize rağmen itirazlarımızı ciddiye alınmadı, deliller toplanmadı. Aynı zamanda otopsi raporunda diyor ki merminin vücuda girdiği yerde yanık izi vardır. Bu da 40 cm gibi yakın mesafelerdeki ateşlerde meydana gelir.

Uzaktan atışlarda yanıklar oluşmaz. Bu gibi bir yığın çelişkiler olmasına rağmen önceden alınan karar sonucunda idam kararı verilmiştir. Çelişkilerin çok olmasına rağmen ister mahkeme, ister yargıtay kararında direndi ve karar oy çokluguyla alındı.

Siz bir konuşmanızda Erdal dönemin yükselen gençlik hareketinin intikamını almak için idam edildiğini söylediniz. Devlet Denizlerin idamından sonra yine tahammülden cinayet işledi diyebilirmiyiz?

12 Eylül döneminde 50’ye yakın idam gerçekleştirilmiştir. Bu asılanların asılmalarının nedeni kendi yaptıkları eylemler degildir. 12 Eylül’ü irdelediğimizde bir çok olayın devlet tarafında tertip edildiğini, halkın can güvenliğinin devlet tarafından ortadan kaldırıldıgını görüyoruz. Bunlara örnek; Çorum olaylarıdır, Kahramanmaraş olaylarıdır, Sivas olaylarıdır. Bu olaylar halkın çıkarttıgı değil bizzat devletin himayesinde, korunmasında, bilgisinde gerçekleştirilen katliamlardır. Erdal Eren’de gençliğin korkusuz önderlerinden birisidir. Sevilen, sayılan, örnek alınan bir genç arkadaşımızdır. Erdal yere sağlam basan, bilinçli, öğrenmeye açık genç, ölümden bile korkmayacak kadar arkadaşlarını, örgütünü seven, ülkesini seven bir devrimcidir. Ölüme bile gülerek gitmiştir.

Erdal Eren mahkemelerdeki yargılamaları ve idam cezası aldığı mahkemede saldırıya uğrayarak insanlık dışı işkenceye maruz kaldı. Bunun şahidi olarak o anları bizimle paylaşırmısınız?

Karar açıklandığında Erdal slogan attı. Mahkeme salonu 1 nolu askeri mahkeme salonu ve ağzına kadar yüksek rütbeli subaylarla doluydu. Erdal’ın slogan atmasından sonra askerler değil mahkeme heyetinin gözünün önünde bu yüksek rütbeli subaylar saldırdı, çocugu paspas gibi ezdiler ve mahkemenin kılı bile kıpırdamadı. Erdal hiçbir zaman askeri ben vurdum demedi. Panik içerisinde havaya ateş ettim ama hiçbir zaman askeri öldürmek için ateş etmedim dedi. Eğer askeri öldürmek için ateş etmiş olsaydım bütün askerle benim hedef sahamdaydı şarjörümde 6 mermi ve artı yedek şarjörüm vardı. Doğrudur olay yerine baktığımızda askerin kaçacak yeri yoktur ve Erdal’ın saklanacagı yer çoktur. Erdal her zaman ben asker öldürmedim, asker öldürmek bizim inancımıza terstir derdi diye savunmaları vardır.

Erdal Eren’in idam anının, sehpadaki duruşunun tanığı ve şahidisiniz. O anları bizimle paylaşırmısınız?

Mamak cezaevine görüşlere gittiğimizde görüş yerinde bizim arkamızda iki asker Erdal’ın arkasında iki asker dikiliyordu ve ters bir kelimede yakapaça sürükleyerek götürüyorlardı. Mahkemelerde de üç celse gibi kısa yargılamalar yapıldı. (sizler bilmeniz gerekir ki en küçük davalar dahi bir, birbuçuk senede bitiyordu.) Erdal ister Mamak’ta, ister mahkemelerde, ister idam sürecinde hiçkimseye yalvarmadı.

Erdal’ı, Ulucanlar cezaevine getirdiklerinde elleri bağlıydı. Odada kararı veren yargıç, birkaç tane savcı, omuzu kalabalık generaller ve yüzbaşılar vardı. Erdal’a son arzusunu sorduklarında aileme mektup yazmak istiyorum dedi birde sigara istedi.

Sigarasını içip bir mektup yazdı ve mektuptan sonrada külotunun içerisinden iki tane önceden yazdıgı mektubu çıkartarak cezaevi koşullarından dolayı bunu böyle yapmak zorunda kaldım dedi. Bana mektupları vermek istedi tabii bize mektupları vermeyerek askeri savcılık aldı. O arada imam geldi dini telkin için. Erdal ben halkımın dini inançlarına saygım vardır ama ben inanmadıgım için imam istemiyorum dedi.

Bizimle vedalaştıktan sonra boynuna idam kararının yazılı oldugu bir yafta astılar, beyaz gömlek giydirdiler ve ellerini kelepçelediler. Erdal itiraz ederek benim ellerimi kelepçelemeyin idam ipini ben çekerim sizin pis elleriniz bedenime dokunmasın dedi.  Fakat oradaki doktor itiraz ederek idam anında kişi elleri açık oldugunda ipi tutabilir diyerek ellerinin kelepçelenmesini söyledi. Bizimle öpüştü hadi eyvallah dedi ve bir devrimciye yakışır biçimde idama yürüdü. İdam sehpasında yaşasın Devrimci Komünist Partisi diyerek slogan attı.

Ulucanlar cezaevinde kavak ağacı vardır o tüm idamların tanığıdır. Şimdi ulucanlar cezaevi müze oldu eğer yolunuz düşerde giderseniz o kavak ağacına sorduğunuzda size idama giden devrimcilerin duruşlarını tüm tanıklıklarıyla anlatır.

Sizde yaptığınız savunmalardan dolayı ceza alıp cezaevinde yattınız. Bizimle paylaşırmısınız bu gelişmeyi?

Erdal Ereni savunurken mahkemeye hakaretten dolayı 6 ay ceza verdiler. O zaman 3 yıla kadar olan cezalar temyiz edilemiyordu bizde gittik Ulucanlar cezaevinde cezamızı yattık çıktık. Bir diğer yargılandıgım davada savunmada komünizm propagandası yaptıgımdan dolayı hakkımda dava açıldı fakat Askeri Savcılık takipsizlik kararı verdi.

12 Eylül cuntasının iktidara taşıdığı Tayyip Erdogan ve AKP sözde 12 Eylül’le hesaplaşacagız diyerek halkı kandırdı. Yapılan 12 Eylül yargılamalarında bunun halkı kandırmak için bir oyun olduğunu gördük. Bir hukukçu olarak gözlemleriniz nelerdir?

12 Eylül’le hesaplaşmak sadece Kenan Evren’le hesaplaşmak degildir. 12 Eylül’le hesaplaşmak istiyorlarsa 12 Eylül’ün bütün kuruluşlarıyla, bu kuruluşların içerisinde yer alan kadrolarıyla hesaplaşmaları gerekir. Özellikle de 12 Eylül’de açılan bütün davaların iptali gerekir. Bugün kü iktidar 12 Eylül kanunları üzerine inşa edilmiştir. 12 Eylül’le hesaplaşmak bu değildir. O dönemin mağdurlarının hepsinin davalarını tekrar açıp işe oradan başlamak lazım. Dile kolay 600-700 bin kişi hakkında dava açıldı, binlerce insan yurdışına kaçmak zorunda kaldı, işkencelerde yüzlerce insan öldürüldü, 50’e yakın kişi idam edildi, kayıpların sayısını da bilmiyoruz. Esas bütün bunların hesabının sorulması lazım.12 Eylül’ün getirdiği kişi ve kurumlarla 12 Eylül’ün hesaplaşmasını yapmak mümkün degildir.

12 Eylül’ün canlı tanığı olarak cezaevi koşullarını, emniyetteki işkenceleri çok iyi bilen birisiniz. O dönemde yaşananları ve uygulamaları düşündüğünüzde ne söylemek istersiniz?

12 Eylül iddianamelerinin hepsi işkence üzerine kuruludur. Sokaktan alınıpta işkence görmeden cezaevine getirilmeyen insan yoktur. İşkencede yüzün üzerinde kişinin ölmesi bunun göstergesidir. Hatta işkenceciler korunmuş, ödüllendirilmişlerdir.

İşkencelerde falaka, jop, elektrik, askıya asma, gibi en korkunç işkenceler o dönemde yapıldı ve işkenceler sonucunda alınan ifadeler mahkemelerde kabul edilerek insanlar mahkum edildi. Yüzlerce öğretmen, memur, sendikacı, mühendis işlerini kaybetti, yakalanıp işkencelerden geçirildi birçoğu mahkum edildi. Bütün bu insanların magduriyetleri giderilmeden 12 Eylül’le hesaplaşmak demek doğru degildir.

Erdal Eren davası canlı kaldığı müddetçe 12 Eylül’le hesaplaşmadığımız aklıma gelir. Bu hesaplaşmanın olması için Erdal Eren davasının yeniden görülmesi gerekir. Çünkü bu dava 12 Eylül’ün simge davası haline gelmiştir. Hükümet nezdinde hiç kimse kılını kıpırdatmıyor. Koskoca Başbakan yalan söylüyor, hesaplaşmak Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile hesaplaşmak degildir. Bu davalar canlı kaldığı müddetçe hesaplaşmalar yapılmamış demektir. Denizlerin davaları ile hesaplaşılsaydı 12 Eylül idamları olmazdı. Bir katliam ile hesaplaşılsaydı diğer katliamlar yapılmazdı. Şahıslardan daha ziyade sistemin kendisi ile hesaplaşmak gerekir ki gerçek hesaplaşma olsun.

metin.kacmaz@alevi.com  

Erdal Eren’in annesine yazdığı mektubu paylaşıyoruz.

”Ana!..

Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?

“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”

Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.

Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.

Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.

Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.

Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.

Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.

Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.

Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.

Sana ve soranlara devrimci selamlar.

Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.

Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.

Erdal Eren 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir