”Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın. Ben de gülmedim yalan dunyada”
-Türkan Doğan-
Türk halk müziğinin derin köklerinde yer alan bir baba-oğul efsanesi, Anadolu’nun topraklarında yankılanan ezgilerde yaşamaya devam ediyor. Onlar, yalnızca sazlarıyla değil, yaşam biçimleri ve değerleriyle de bu toprakların kültürel mirasına yön vermiş iki büyük ozandır. Baba Muharrem ve oğlu Neşet, nesilden nesile aktarılan bu kültürel mirası koruyan, onu yenileyen ve besleyen halk müziğinin gönül elçileri olmuşlardır.
Muharrem Ertaş’ın Mirası: Bozlak Geleneği
Muharrem Ertaş, Bozlak geleneğinin en önemli temsilcilerindendir. Yalın ama derin bir duyarlılıkla çığırdığı türküler, Anadolu insanının acılarını, sevinçlerini ve hayat mücadelesini dile getirirdi. Bozlak, Orta Anadolu’nun sert ikliminde ve zor koşullarında filizlenen bir türdür; bu nedenle ezgilerinde hayatın tüm ağırlığı hissedilirdi. Muharrem Ertaş’ın eserlerinde de bu ağırlık, içten ve sarsıcı bir biçimde işlenir. Onun türküleri, bireysel acıları işlerken, toplumsal bir ağıdı da dillendirirdi. Ozan’ın sesinde bazen Karacaoğlan’ın rüzgârı, bazen bir Dadaloğlu bulmak mümkündü. Bazen de sarıya boyanmış yoksul bozkır düğünleri misafirlerinin demlerini duyardık.
Neşet Ertaş: Halkın Ozanı
Oğlu Neşet Ertaş, babasının yolundan giderek bozkırın bu güçlü mirasını devraldı ve kendi özgün yorumuyla daha geniş kitlelere ulaştırdı. Ancak, baba-oğul Ertaşları sadece müzisyen olarak görmek eksik olur; onların taşıdığı değerler ve oluşturduğu miras, bir insanlık dersi gibiydi. Neşet Ertaş, sazıyla yalnızca müziği değil, halkın özlemlerini, duygularını ve hayata karşı duruşunu anlatıyordu. Babasından aldığı müzik eğitimiyle yetinmeyen Neşet, kendi ruh dünyasını ve duygularını da türkülere katarak, geleneğe bağlı kaldı ve onu modern dünyaya taşıdı.
Değerler: İnsana ve Hayata Duyarlılık
Muharrem ve Neşet Ertaş’ın yaşamında en belirgin değer, insana olan duyarlılıktı. Sözlerinde ve sazlarında, Anadolu insanının sesi oldular. Aşkı, hasreti, ayrılığı ve gurbeti dile getirirken, aslında her insanın ortak duygularını paylaşıyorlardı. Onlar, türkülerinde insanın iç dünyasını, yaşadığı zorlukları ve çektiği acıları yalın ama derin bir dille anlattılar. Neşet Ertaş’ın sıkça söylediği “aşk ile” ifadesi, sadece aşkı değil, aynı zamanda insanın dünyaya sevgi ve anlayışla bakmasını da simgeliyordu. Bu sevgi, her türlü ayrımın ötesinde, insan olmanın ortak paydasında buluşuyordu.
Kadına Bakış: Saygı ve Sevgi
Neşet Ertaş, özellikle kadınlara duyduğu büyük saygıyı her fırsatta dile getirmiştir. Onun dünyasında kadın, insanlığın özü ve varoluşun merkeziydi. Ünlü sözü “Kadın insandır, biz insanoğluyuz,” bu düşüncesinin en net ifadesidir. Ertaş’a göre, kadınlar insanlığın temel taşıyıcısıydı, erkek ise bu temel üzerine inşa edilen bir varlık. Bu derin anlayış, onun hayatında ve türkülerinde her zaman kendini göstermiştir. Hem annesi hem de eşi, Neşet Ertaş için kutsaldı. “Biri anam, biri yârim” diyerek, kadınların yaşamındaki önemli yerini vurgulamış ve kadınlara duyduğu sevgi ile saygıyı içtenlikle ifade etmiştir. Ertaş’ın türküleri, kadını sadece bir aşk nesnesi ya da toplumsal bir rol olarak değil, insan olmanın merkezine koyan bir bakış açısını taşır. Kadına duyduğu bu derin saygı, onun insanlığa olan inancının ve sevgisinin bir yansımasıdır. Bu anlayış, sadece bir sanatçı duyarlılığı değil, aynı zamanda topluma ve insana karşı duyduğu sorumluluğun da göstergesidir.
Hayatın Geçiciliği ve Hüznün Paylaşımı: “Yalan Dünya”
Neşet Ertaş’ın türküleri, yalnızca sevgi, ayrılık ve özlem temalarını işlemez; aynı zamanda hayatın geçici olduğuna, bu dünyadaki acıların ve mutlulukların gelip geçici birer an olduğuna da sıkça vurgu yapar. En bilinen türkülerinden biri olan “Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın? Ben de gülemedim yalan dünyada” dizeleri, bu bakış açısının en güçlü ifadelerindendir. Bu sözlerle Ertaş, insanın yaşadığı zorlukların evrensel olduğunu, kimsenin hayatının kolay olmadığını ve herkesin bir şekilde bu geçici dünyada hüzünle yoğrulduğunu anlatır. Bu türküde dile getirdiği “yalan dünya” kavramı, hayatın fani olduğunu ve insanoğlunun yaşadığı acıların, kederlerin bu dünyanın doğası gereği kaçınılmaz olduğunu hatırlatır. Ertaş, bu sözleriyle sadece kendi hüznünü dile getirmez, aynı zamanda dinleyicisine de bir teselli sunar. Neşet Ertaş’ın insanlara umut veren ve onların acılarını paylaşan ozan kimliği, onun halk tarafından neden bu kadar sevildiğini ve türkülerinin neden nesiller boyu süreceğini açıklayan en önemli unsurlardandır.
Miras: Nesilden Nesile Aktarılan Bir Kültür
Muharrem Ertaş’tan Neşet Ertaş’a uzanan bu müzikal miras, sadece bir aile geleneği değil, aynı zamanda bir kültürel aktarımın en güçlü örneklerinden biridir. Bozlak geleneğinin taşıyıcıları olarak Ertaşlar, Türk halk müziğinin yapı taşlarından biri haline geldiler. Bu miras, sadece bir müzik türü değil, bir yaşam biçimi, bir felsefeydi. Anadolu insanının hayat karşısındaki duruşunu, sabrını ve direncini temsil eden bu türkülerin her biri, yüzyıllar boyunca yankılanmaya devam edecektir.
Bir Ruhun Mirası: Müzik ve İnsani Değerler
Baba-oğul Ertaşların en büyük mirası, sadece müziği yaşatmak değil, insan olma bilincini ve değerlerini de gelecek kuşaklara aktarmaktır. Neşet Ertaş’ın şu sözleri, bu mirasın derinliğini anlamak için yeterlidir: “İnsanlar insana insanca baksa, dünya cennet olurdu.” Bu cümlede, onların taşıdığı kültürel ve insani değerler en yalın şekilde özetlenmiştir. Ertaşların müziği, insana dair her duyguyu ve yaşam tecrübesini kapsayan geniş bir yelpaze sunarak, insan olmanın ne demek olduğunu anlamamıza rehberlik etmektedir.
Sonuç: Bir Efsane ve Yaşayan Miras
Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş, sazlarıyla bir efsaneye dönüşmüş iki büyük halk ozanıdır. Ancak onları gerçek birer efsane yapan şey, sadece müzikteki yetenekleri değil, taşıdıkları insani değerlerdir. Babadan oğula geçen bu miras, yalnızca bir müzik geleneğini yaşatmakla kalmamış, aynı zamanda insan olmanın, alçakgönüllülüğün ve insana sevgiyle bakmanın önemini de hatırlatmıştır. Bugün hâlâ Neşet Ertaş’ın türküleri dinlenirken, Muharrem Ertaş’ın yankıları da o türkülerde yaşamaya devam ediyor.
Bu baba-oğul efsanesi, Anadolu topraklarının zengin kültürel birikimini simgelerken, onların türküleri gelecek kuşaklara aktarılacak ve bir miras olarak hep varlığını sürdürecektir.
Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler