Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

“İSİMLER  – ADLAR “

  • Necati Şahin

Öyle bir başlık attım ki, sanki Da Vinci’nin Şifrelerini çözeceğim gibi…

Yatağımda uzanmış, uykuya dalmak üzereyken birden bizim atalarımızın, babalarımızın, ninelerimizin, annelerimizin adları aklıma geldi, takıldı…

(Çetin Altan’ın makale köşesinin adı:
“Şeytanın Gör Dediği”ydi…
Bende öyle yapayım bugün. )

Hangi akla uyup da bu isimleri verilmiş kendilerine ve onlar da bizlere vermişler ?

Birden farkettim ki, isimler o toplumum sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik yapısını da  yansıtıyor aslında.

Gördünüz mü çözdüm şifreleri…

Örneğin,
okuma yazması olmayan amcamın adı “Yüzbaşı”ydı.
Nüfusta ismi ‘İzzet’ olduğunu yıllar sonra öğrendik.
Belki kendisi de askere gidince öğrenmiştir.
Kim bilir?

“Gel Yüzbaşı…
Git Yüzbaşı…”
Köyde sorun değildi.
Bursa’ya taşıdıktan sonra
“Yüzbaşı” diye çağrıldığında yakında asker varsa hazırola geçerdi…

Kimbilir, Askerdeyken,
gerçek Yüzbaşı sormuştur:
“Adın ne senin Asker?”
” Yüzbaşı, Yüzbaşım ”

Herhalde Dedem askerdeyken bir Yüzbaşı’ya hayranlık duydu.
Belki de dayakçı bir Yüzbaşıydı.
Çünkü çok dayak atan komutanlar çok  anlatılırdı.
Hiç unutulmaz, zamanla dayak yiyen askerin kahramanı olur dayak atan komutanlar…
“Vallahi öyle süper bir komutandı ki, bizim komutan, vurdu mu yıldızları sayardın.
Ne yiğit adamdı ya”
gibi övgüleri çok duydum, Siz de çok duymuşsunuzdur…
Herhalde Dedem öyle bir ‘Yüzbaşı’nın ‘Yüzbaşı’lığını isim olarak amcama koymuş…
“Yüzbaşı…”
peh peh..

*

Babamın üç ismi vardı.
Devletin taktığı isim: Rıza
Babasının taktığı isim: Efendi…
Köylünün taktiği isim (lakap): Gıpo

Şimdi “bilimsel” bir analiz yapayım babamın bu üç ismi üzerine.

“Rıza” adlı bir babamızın olduğunu bilmiyorduk biz çocukları.
Rıza adında bir kocası olduğunu hiç bilmedi Anam.
Hatta Bursa’da postacı Rıza Şahin adına gönderilen bir mektup/tebligat  getiriyor eve. Anam, “bizde Rıza Şahin diye biri yok,
Efendi Şahin var” diyor ve mektup/evrak neyse geri gidiyor…

O sırada Babam içerde bağırıyor:
“Keçe keçe (kadın kadın  ) Rıza benim, ben..”
“Viyy Sen ne zaman Rıza oldun. Efendi’ydin ya .
Bir de Gıpo…”

Postacı mektubu alıp gitmiş çoktan…

Dedem de babama Efendi adı koymuş. Efendi olsun diye. “Efendi” efendi insan” olmak anlamında değil tabii. Memur, üstün insan, şehirli, okumuş, mal mülk sahibi anlamında verilmiş tabii ki…
Ama babam ne o oldu, ne de öteki..
“Efendi” ismi hiç üstünde huzurlu durmuyordu vallahi…

Kanımca en doğru ismi köylülerin koyduğu isimdi : “GIPO”,
anlamımı bilmiyorduk.
Ama en çok “Gıpo” adını duyardım Köylülerden.
Gıpo’nun oğlu, Gıpo’nun kızı, Gıpo’nun tarlası, Gıpo’nun öküzü gibi..

Anam da kavga edince,  daha doğrusu dayak yiyince “Gıpo” diye beddua ederdi.
“Nereden verdiler beni bu Gıpo’ya” diye nalet okurdu..
Okurdu da kime,
Anası da babası da yoktu Anamın…

Zamanla, hatta şimdi dahi bana sorduklarında
“Gıpo’nun oğluyum diyorum yöremiz insanına…

Kestirmeden, eskiler hemen kim olduğumu anlıyor..
Ben de biliyorum ki,
Rıza, dersem,
” Hangi Rıza?
“Efendi’nin Rızası”
“Hangi Efendi’nin Rıza’sı?”
“Rıza Efendi’nin Gıpo’su” demekten kurtuluyorum..

Köylülerimizin isimleri, aslında  köyümüzün  yoksulluğunu, çaresizliğini, umudunu, düşünü yansıttığını taa öğretmen okulundayken farketmiştim.

Çanakkale Öğretmen Okulunda okurken,  Ege – Marmara Bölgelerinde  gelenlerin isimleri bizimkilere pek benzemiyordu.

Köyümüzde Paşa, Bey, Ağa, Sultan, Hanım,  Hatun isimleri bolca…

Anamın babası, yani Dedemim adı Ağa..
Ağa’nın kızı Sırma.
Sanırsın “Ağa Dedem” Çukurova’da beş bin dönüm tarla sahibi…
Oysa ki, üç keçisi vardı ya da yoktu…
Üç keçili Ağa…

Babamın babasının adı
Şah Hüseyin…
Şah Hüseyin diyeni duymadım hiç.
Gel Şavo git Şavo…

Ninemin ismi Şahsenem.
İsme bakar mısınız?
İran Şahın’ın Saray Sultanı sanki..
Şahsenem-Şahhüseyin çifti…
Süper ya..

Zeten kimse de Şahsenem demedi ki..
Topal Seno, Topal Senem derdi herkes,
Anam dahil…

O Şahsenem miras olarak şimdi kızkardeşimde.
Ama gel gör ki, hepimiz Senem diyoruz “Şah” diyenimiz yok.
Ben birkaç kez “Şahsenem” dedim..
Kızkardeşim “hiii..” diye  işaret  etti, Ne diyorsun diye.

Şahsenem bacım işitme engelli. Dudaktan okuyor konuşulanı.
“Senem tamam da Şah da neyin nesi ağbi “, der gibi bakmıştı yüzüme.
Anlattım ben de.

Şahsenem hoşuna gitti,
Gitti de kimse söylemiyor ki…
Olsun, güzel, hoşuna gitti bacımın ya..

Gerçi, anam kızınca Şahsenem bacıma, kaynanası Topal Senem geliyor aklına:
“Viyy bu da Ninesi Topal Seno gibi fena…” kelâmlarını çok duyduk Anamdan…
İnşallah çok daha uzun yıllar da duyarız 88 yaşındaki Anamdan..

Bir bacımın adı Fatma..
Fatma’nın Fatma olduğunu yıllar sonra Fatma okula gidince  öğrendik.
Bizdeki adı YETER’di.

Adet olmuştu sanki, Babam Anamı hamile bırakır,  gurbete gider,
Her döndüğünde bir bebek ağlaması karşılardı kendisini.

Yüzü asılırdı. Çünkü kız bebek karşılardı O’nu her defasında…

Sonra,
son derece bilimsel bir çözüm buldu Babam.
“Bir daha kız olursa adını YETER koyacağız” dedi ve gitti gurbete…

Bebek oldu.
Tabbi kız.
Adı hazır: YETER …

YETER’imizi ne yazık birinci ayında boğmaca aldı götürdü…
Babamı karşılayamadı.
Zaten Babamın da çok umrunda olmadığını sanıyorum.

Ben ise halen O “bebek bacımın” acısını derinden hissediyorum.
Yoksul bir köy evinde bir bebeğin ateşler içinde nasıl hakka yürüdüğüne, o beş yaşımda tanık olmuştum.
Acı, çok acıydı…

Nakarat gibi:
Babam gurbeten geldi…
Birkaç ay kaldı…
Gitti…
Anam hamile…
Anam doğurdu yine …
Oh olsun, Babama inat yine kız…
Ölen YETER’in adı yeni  doğan bebeğe verildi hemen : YETER…

Döndüğünde YETER’in ağlama sesi karşıladı kendisini.
“Yine mı?”
“He ya… Yine…”

İşte Devletimizin Fatma diye bildiği bizim YETER’di…

“Yeter” demişti  Babam ama yetmedi.
Mapus damına düştü Babam.
Dramımız başladı.
Bursa’ya göç ettik.
Sanırım Mapusdaki 7.  yılıydı.
İmralı Yarıaçık Cezaevine nakledilmişti Artvin’den.

“Eşi yakını ağır hasta” diye bir rapor alınırsa Hükümet Tabibinden, 10 günlük izin veriliyormuş mahkumlara…
Babam yazdı bize.

Yazdı da Anam hasta değil. Turp gibi.
Ne yapılacak?
Dediler ki, “Hükümet Tabibi para ile Annenizi hemencecik ağır, yatalak hasta yapar .”

Tamam da para?
Harç borç bulduk 50 Lira.
Gittik hükümet tabibine Anamla.
Masasında: Dr. BİLGE yazıyordu. Soyadını unuttum tabii.
BİLGE adını unutmadım..
Dr. Bilge Hanım
Anama yan gözle şöyle bir baktı.
50 Liramızı da önlüğünün
yan cebine koydu.
Anama “çok ağır hastadır” raporu yazdı…

Aldım raporu savcılığa götürdüm.
Bir süre sonra Babam pat diye geldi on günlük izine…

Birkaç gün Bursa’da kaldı.
Sonra beraber Çukurova’ya amcalarımıza gittik…
Saniyelerin sayıldığı  yolculuğumuz Yılmaz Güney’in YOL filminin aynısıydı ve öncesiydi…
Yılmaz Güney de sonradan İmralı Cezaevi’ne gelmişti.
YOL Senaryosu’nu orada yazmıştı.
Bu yolculuğu da ilerde yazarım belki…

Gelelim konumuza.
10 gün sonra Babam Mudanya’dan teslim oldu gitti Ada’ya.
Sonra bir baktık ki, Anam hamile.
Alışkanlık ya.
Gurbetten gel,
Kadını hamile bırak
Gurbete git, devrinden;
Şimdi de Mapustan izinli gel Kadını hamile bırak, git devrine geçildi..

Anam, babama inat yine kız doğurdu Bursa’da da iyi mi?
Bereket İsim bulma  derdimiz olmadı .
Anama rapor vererek hamile kalmasına yardımcı olan
Doktor BİLGE hanımın ismi ne güne duruyordu.

Pat diye yeni doğan bacıma Doktor BİLGE hanımın adını koyduk:
“BİLGE” …
Koyduk ama hiç birimizin dili “Bilge” demeye dönmüyor.
Hepimiz  “BİLGİ” diyorduk.
Anam da “BILE” diyor tabii ki…

Gelelim benim bir küçüğüm ELİF Bacımın ismine…

Elif adını koyan ninem
Topal Senem, sanki dersin Ruhi Su’dan Karacaoğlan dinlemiş de vermiş, havaya bak ya:

“İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye diye…”

Tabii ki değil.
Ninem Topal Senem ölen kızının adını koymuş “Elif” diye.
Yöremizde Elif adı oldukça yaygın…
ELİF adı ELİF bacıma yakışıyor da…
(Biliyorsunuz Elif Bacım da  “sosyal medya cinayeti”nden Mapus damına düştü iki yıl önce… Devletmiz sağolsun… )

En büyüğümüz  rahmetli ablamın adı HATUN’du..
Hatun ablam hiç HATUN olamadı ki..
Bursa’ya göçümüz sonrası bir “boğaz” azalsın diye 12-13 yaşında
hizmetçi olarak verildi
Ankara’daki  Hukukçu bir aileye.
Adı “HATUN” ama evin hizmetçisi.
Olmaz ki, O hukukçu aile de Ablama “Yıldız” ismini verdi.
(Allah için güzel bir aileydi. Halen arar sorarız birbirimizi… )

Gelelim benim adıma: “NECATİ”
Ne alaka Cogi/Hallas  köyünde, samanlıkta doğan çocuğa “Necati” adını koymak…
Yine bir Doktorun suçu:
Dedem hasta düşüyor.   Ağrılara dayanamıyor.
Sivas’a hastaneye yetiştiriyorlar.
Apandis amaliyatı oluyor. İyileşiyor. Ameliyatı yapan Doktorun adı Necati.
O sıralar Anam bir oğlan doğruyor babama. Dedem hemen doktorunun ismini, “NECATİ” adını veriyor.

O Necati de, adı doktor adı, ama  bir yıl yaşıyor.
Kızamıktan hakka yürüyor.
Sonra ben doğunca aynı ismi bana da veriyorlar.
“NECATİ”…
Benden de herhalde “Necati Yılmaz”a geçiyor !
Ailesi oğlu olsun diye Cogi Babaya çok ziyarete gelmiş ya..
O’nun isim “ağbisi” olurum…

Araştırdım “Necati” ne anlama geliyor diye..  Kurtuluş, özgürlük anlamına geliyormuş.
Geliyormuş da,
ne tam kurtulduk,
ne de tam özgür olduk…

Köylerimizde Doktor yoktu, ama Doktor isimleri çoktu …
Tıpkı Kaymakam, Vali, Bakan, Başbakan, Reisi Cumhur, Genel Kurmay Başkanlarının  isimleri gibi…

*

İkiz amcalarımı hiç görmedim.
20’li yaşlarda ard arda hakka yürümüşler.
İsimleri güzel ama:
Hasan ve Hüseyin…
Mezarları da taş mezar ve ikiz olarak yapılmış…

Zaten isimler/Adlar bir yörenin inanç dokusunu da yansıtır.

Bizim Alevi diyarlarında Ali, Hasan Hüseyin, Hasan Ali, Hasan Hüseyin, Zeynel,  Cafer, Ali Ekber gibi 12 İmamların isimleri çoktur.
Cemlerdeki okunan “Duaz İmam”lar, ad konulmasında etkin rol oynuyordu toplumda.
O kadar etkin ki, bir tane Ömer, Osman, Ebubekir yoktur Alevilerde.

Oysa Alevi olmayan yörelerde  Alevilerin çok kutsadıği isimler çoktur…

Siz de duymuşsunuzdur anekdotu  mutlaka.
Alevi bir genç bir arkadaşı ile köyüne gelir.
Aile karışılar mihmanını..
Ana sorar Genç misafire.
“Adını bağışlar mısın?”
“Ali Osman…”
“Oy adının yarısına gurban olduğum Hoşgeldin…”

Anadolu’da  “Yezit, Muaviye” adlarının konulmaması Anadolu insanın ortak bir değeri,  ortak bir duruşudur.
Kıymetlidir…

*

En büyük amcamın adı Temur, Timur, Temir…
Ama sonunda hep “Çavuş” vardı…
Çavuşluk askerden mı,
yol/ tünel şantiye işçiliğinden mı geliyor, bilmiyorum..
Ama Amcamın adının ardındaki  “Çavuş” hiç eksik olmadı …

Yengelerimize  de
” otoriteli ” isimler verilmiş.
Hanım,  Hatun, Sultan, Belgüzar   …
‘Hanım’ deyince dizilerdeki Çukurova  Hanimağalar aklınıza gelebilir …
Değil…

Hatun deyince de, son dönemlerdeki devlet destekleri dizilerdeki Başbuğların  Hatun’u sanılmasın ha..

İsimleri Hanım, Hatun, Sultan, Belgüzar  ama 24 saat tarlada, bağda, bahçede, ekinde çalışan; hayvanları otlayan, sağan, yediren içiren;
çocukları doğuran,  yıkayan, paklayan,  emziren,  büyüten Hanımlar, Sultanlar, Hatunlar…
Yetmedi,
koca dayağı, küfürleri, tacizleri yiyen Hanımlar, Hatunlar, Sultanlar Belgüzarlar…

Anamın adı SIRMA…
Vallahi Anam diye söylemiyorum,
Sırma adı SIRMA anama çok yakışmış.
Ancak köyde Sırma diyeni duymadım.
Herkes “Sürmeli” diyordu..
Olsun “Sürmeli” de uyuyor Anama…

*

Kentlere göç ile
ailemize yöre, inanç, köken içermeyen isimler girmeye başladı..
Erdal, Gürdal, Ercan, Oktay  Nihat, Doğu, Batu, Cem, Cihan, Ozan, Tuncay  Toprak, Efe, Ada gibi erkek isimleri…
Nurcan, Demet, Yeşim, Ceylan, Eylül, Hazal, Birsen, Maya, Nursen, Gülşen, Birsen, Buket, Sudenaz,  Sebahat, Nebahat, Saadet, Birgül, Ece, Ezgi, Neris, Buse, Lara gibi kız isimleri…

Böylelike, bir ailenin, bizim ailenin de, isimler üzerinden sosyo-kültürel yapısını anlama dönemi zorlaştı..

**

Demem o ki, isimleri bir ailenin, bir  Toplumun aynasıdır…
İsimler verildikleri dönemin, sosyo-politik-ekonomik durumunu da yansıtır…

Otoriter, tekçi rejimler  isimleri,
asimilasyon aracı olarak da kullanırlar…

Örneğin,
Türk, Tamtürk, Öztürk,  Türkoğlu, Türkkan, Yılmaztürk isimleri en çok Kürtlerde vardır …
“Neden mı?”
“Sorma bu soruyu Allah Aşkına Kardeşim …”

Örneğin,
Ahmet Türk…
Ahmet Türk, birzamanlar  yargılanırken ben de bir davasını  izlemiştim Ankara’da…

Hakim soruyor:
“Adın Soyadın?”
Sanki bilmiyor!
Ahmet Bey o zarif beyefendiliği ile ayakta:
“Ahmet Türk “..
Trajik- komik
“Türk” ama “Kürtçülük”ten yargılanıyor…

Bu tür traji-komik  örnekler çoktur Ülkemizde.

Ama babayiğit bir Türk Ailesi düşünün ki,
soyadları  Ķürdoğlu, Özkürt, Kürtkan, Yılmazkürt olsun…

Yo yo…
“Düşünün” dedim ama en iyisi düşünmeyin sakın.
Ben de düşünmeyeyim.
“Düşünmek” var olmaktır.
Var olmak büyük tehlikedir.
Düşünmedim…
Tamam mı…
Bak şu şeytana,
neler söyletiyor insana…

*

Bazı,  hatta “çok bazı” politikacılar Genel Başkanlarına yaranmak için bebeklerine onların isimlerini verirler.
Bakar mısınız yağcılığın boyutuna…

“Sayın Genel Başkanımız, bir oğlumuz oldu. Ben ve ailem Sizi o kadar çok seviyoruz ki, Sizin isminizi verdik efendim:
DEMİREL  …”

“Ohhh ohhh
maşallah maşallah
bir oyumuz daha arttı desene .”

Gülmeyin.
Çocuk yeni doğmuş.
18 yıl sonra oy kullanacak.
Parti başkanı aynı kalacak tabbi ki…

Öyle Avrupa’daki gibi zırt pırt Genel Başkanlar değişirse ne yapacak bizim yalaka politikacılar.

Her  yeni Genel Başkan için bir çocuk mu doğursun eşi  ona, ki Genel Başkanın adını versin.

Türkiyemiz bu konuda şükür istikrarlı…

Çocuklarına
Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Baykal, Özal ismi koyan politikacılar, belki torunlarına da bu  isimleri vermişlerdir.
Dedim ya “istikrar süper.”

Kız çocuklarını soruyorsunuz değil mi…
Kolay:
“Sayın Genel Başkanım bir kızımız oldu, ben ve ailem Sizin ailenizi çok çok seviyoruz ya Hanımefendinin adını koyduk.
Rahşan…
Nazmiye…
Semra…
Seval…”

Demirel ve Ecevit ailesinin çocukları olmadığı için,  politikacılar geride gelen çocuklara isim koymakta zorlandılar biraz …

Bu konuda en bereketli Sayın Erdoğan ve Ailesi…

“Sayın Genel Başkanım bebeğimiz oldu ,Size canımız feda ya, adınızı verdik ilk çocuğumuza:
Recep …”
“Eyvallah…”

“Sayın Cumhurbaşkanım Siz bizim canımız kanımızsınız… Canımızdan kanımızdan bir oğlumuz oldu… Mübarek adınızı koyduk: Tayyib…”
“Eyvallah…”

“Sayın Reisimiz, birlikte, hem de yağmurda karda yürüdük “Jipler” ile….
Bir ara fırsat bulduk da bir evladımız oldu…
Sizin adınızı verdik tabbi ki…
Erdoğan …”
“Eyvallah…”

“Efendim kızımıza da hanımefendinin adını verdik tabbi ki…
Emine..”
“Eyvallah…”

“Küçüğümüze de küçük kızınız hanımefendinin adını verdik pek tabbi ki… Sümmeya…”
“Eyvallah…”

“Büyüğümüze de zaten  Esra adını koymuştuk efendim …”
“Eyvallah…”

“Sayın Cumhurbaşkanım
Siz üç dediniz ya, ben ve ailem Sizi o kadar çokça seviyoruz ki,  gel hanım üçte, beşte  kalmayalım, “yedi”liyelim dedim…
Çünkü henüz “Bilal” isimini koyamamıştık ya.
Bir oğul daha yaptık Efendim,
koyduğumuz adı  tahmin ediyorsunuz tabii ki…
Bilal …”
“Eyvallah…”

Bereket,
Ahmet Burak Erdoğan’dan çok haberleri yok “sayın politikacının …”

Gülüyorsunuz değil mi?
Gülmeyin lütfen…
Çok ciddi bilimsel verileri veriyorum Sizlere :

En geç 10 yıl sonra Türkiye’de oy kullancak
1 Milyon seçmenin (Suriye uyruklular dahil) adları:
“Recep
Tayyip
Erdoğan
Emine
Ersa
Sümmeya
Bilal”
değilse,
bu yazımı bulun,
“amma da atmışsın Necati Hoca ya” deyin ve suratıma atın yazımı…

(Ha bizim de bir Erdoğan abimiz var, Sayın Erdoğan’dan çok önce ama  …
Zaten ailede hepimiz de “DOĞAN” biliyor,  Doğan diyoruz, Devletimizin ise Erdoğan’ı )

**

Toplumu, çocuklarına verdikleri isimler üzerinden bir tahlil etsin bilim insanları…
hangi bilim dalına giriyorsa gayrı…

Ülkemizdeki insan davranışları, karakterleri ile ilgili çok ilginç  sonuçlar çıkacaktır…

Askeri cuntalar dönemi öncesi cocuğuna Menderes adını koyan ailelerden sonradan Cemal,  Gürsel adını koyan var mı mesela?

Çocuklarına Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan adı koyan ailelerden,  sonradan çocuklarına Kenan, Evren adı koyanlar oldu mu mesela…

Ya da Bozkurt adı verilen çocuklardan, sonradan devrimci, sosyalist olan var mı, ki vardır mutlaka ..

Diğer taraftan
adı “Çağdaş” olan  kendisi Çağdışı;
adı “Devrim” olan kendisi faşist olan çok kişi gördüm de…

*

YOL Tv Genel Yayın Yönetmeni olduğum, o kuruluş döneminde,  Ülkemizde değiştirilen  yöre isimleri üzerine birkaç program yapmıştım.
Gördüm ki, değiştirilen yöre isimleri, aslında  o yörenin karakteri, tarihi hakkında ipuçları veriyor.

Yeni isimleri gelişi güzel verilmiş ve çoğu halkta da kabul görmemiş.

Bizim Köy mesela:
Kime sorsanız “COGİ”  derler.
“YÜNÖREN’e nasıl gidilir?” diye sorsanız, Sizi kesinlike ‘Yüncü’ye yönlendirirler…

1972 yılında Öğretmen olarak tayinim Trabzon-Of-Yayvanoba köyüne çıkmıştı.
Gittim Of’a..
“Yayvanoba köyüne nasıl gidilir?” diye sordum durdum.
“Ha Uşağım öyle bir köy duymaduk bu yaşumuza kadar burada” …
Defalarca ayrı ayrı yerlere sordum…
Nafile…
Bavulum elimde,
yatağım belimde,
kala kaldım…
Tekrar İlçe Millî Eğitim Müdürü’ne çıktım.
“Hocam, böyle bir köy yokmuş Of’ta.
Ben yanlışlıkla gelmişim galiba” dedim…
Güldü.
“Tamam, gel birlikte bakalım neresiymiş diye…’
Baktık…
“Yayvanoba’nın eski adı: “Ğonoğorğom”
(nasıl yazıldığını bilmiyorum ana böyle söyleniyormuş adı.)

Çıktım sordum “Ğonoğorğom köyüne nasıl giderim?” diye…
Hemen bir kamyona bindiriverdiler beni…
(Bu konu ayrı bir yazı konusu ama…)

YÖRE adlarını değiştirme ibaşlı başına bir araştırma konusudur.

Yol Tv’deki yaptığım o programlarda bir tespit dikkatimi çekmişti.
Ben zannediyordum ki, en çok Kürtçe olan yöre isimleri değiştirilmiş Ülkemizde .
Programlarda gördüm ki,  en çok isim değişikliği Karadeniz bölgesinde olmuş.
Çok sevdiğim Laz arkadaşlarıma duyurum olsun.
“Araştırın bi ha Uşaklar…”

Nerden başladık nereye geldik.

Yani Devletimiz yöre  isimlerini değiştirmiş ise bir bildiği vardır diyeceksiniz de;

işte ben de Devletimizin o “bildiği”nin ne olduğunu bilmek istiyorum canım kardeşim…

SEVGİYLE…

Necati Şahin
Bonn, 05.05.2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir