Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Bahçelievler Katliamı: Faşistler Tarafından Katledilen 7 Tip’li Genç

-Ulaş Aksan

Anımsayalım ve Asla Unutmayalım

Evet, anımsayalım ve asla unutmayalım, unutturmayalım! Peki, sadece bu kadar mı? Görevimiz, hatırlamak ve unutmamakla sınırlı değildir. Çünkü egemenler ülkemizde, Pentagon’un yeni senaryolarının devreye sokulabilmesi için, şimdi geçmişin unutulmasını istemektedirler.

Onların, belleksiz bir topluma gereksinimleri vardır ve bu temelde ekonomik ve siyasal yaptırımlarının yanısıra, bir dizi sosyal, psikolojik program uygulamaktadırlar. Çünkü aslında yeni senaryolarının, eskiyenlerden özünde farkı yoktur ve yeniden yeniden saldırabilmek için, eski saldırı dalgalarının unutturulması gerekmektedir.

Bu sistem içerisinde, sadece figüranlar değişiyor, değiştiriliyor. Eskiyen figüranlar, işadamı vb. yapılıyor. Belleksizlik, bilinçsizliktir. Belleksizlik, körlüktür ve belleksizlik, karanlıkta yaşamanın sürmesi demektir. Bir toplumun belleği, onun gelecek ufkunun sınırları ile birebir ilgilidir. Devrimciler, bütün görevlerinin yanısıra, toplumun belleği de olmak zorundadırlar. Unutturmama mücadelesi, gerektiği gibi yerine getirilebilmelidir.

İşte, 43. yıl önce, MHP’li sivil faşistlerce inanılmaz bir biçimde katledilen ve asla unutulmaması, unutturulmaması gereken bir cinayet gecesi:

Ankara Bahçelievler’de, 7 TİP’li gencin öldürülmesi…

Tarih, 8 Ekim 1978.

Saat: 20:00

“Erzurumda tanışan Haluk Kırcı ile hem Emek Bölgesi’nin sorumlusu hem de MHP Ankara İl İkinci Başkanı olan Mahmut Korkmaz’ın, kaldıkları Bahçelievler 17. Sokak’taki bir apartmanın bodrum katında, “ülküdaş” misafirleri vardı: “Büyük Reis” Abdullah Çatlı, Bahçelievler Bölge Sorumlusu Ahmet Ercüment Gedikli ve Kürşat Poyraz.

Daha önce hazırlanan plan, tekrar gözden geçirildi. Durumdan iyice emin olmak için, “İdi Amin” kod isimli Haluk Kırcı, Bahçelievler, 15. Sokak, 56/2 adresine tekrar gönderildi.

Haluk Kırcı, eve gidip kapıyı dinledi. Sonra koşa koşa, arkadaşlarının bulunduğu kendi evine döndü: “İçeriden iki-üç kişinin sesi geliyor” dedi.

Eylemi o akşam yapmaya karar verdiler. Ercüment Gedikli, takviye güç için Dadaş Kahvesi’ne gidip, daha önce yapacakları bu eylemle ilgili olarak bilgi toplayan Ömer Özcan ve Duran Demirkan’ı buldu: “Hareket bu akşam yapılacak, kalkın, benimle gelin.”

Saat 22:00

Bahçelievler, 15. Sokak’taki 56 No’lu apartmanın üçyüz metre sağında, trafonun yanında gözcü olarak Duran Demirkan bırakıldı. Apartmanın bir köşesinde ise Ömer Özcan gözcülük yapacaktı. 16. Sokak’a giren küçük caddenin başındaki otomobilin içinde, Abdullah Çatlı vardı.

Plana göre, içeriye dört kişi girecekti: Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz.

Bu dört kişi, ürkek adımlarla 56 No’lu apartmana girdiler. 2 Numaralı dairenin önüne gelince, bellerindeki silahları çıkardılar. Ercüment Gedikli, kapıyı zorladı, açamadı. Zile bastılar. Kapının açılmasıyla birlikte eve daldılar.

İçeride, Türkiye İşçi Partisi üyesi beş öğrenci vardı:

ODTÜ Elektrik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Serdar Alten..

Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencisi, 26 yaşındaki Hürcan Gürses.

Ankara İktisadi Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Efraim Ezgin.

Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi, 20 yaşındaki Osman Nuri Uzunlar.

Aynı okuldan, 20 yaşındaki Latif Can.

Televizyon seyretmekte olan öğrenciler, elleri silahlı dört kişiyi görünce şoke oldular.

Saldırganlar da şaşırdı. Evde beş kişi olmasını beklemiyorlardı. Bildikleri, en fazla üç kişi olduğuydu.

Hemen hemen aynı yaşlardaki saldırganlar, evdekilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzükoyun yere yatırdılar. Odaları dolaşıp arama yaptılar. Haluk Kırcı, “Böyle devrimcilik mi olur, evde bir silah dahi yok,” dedi.

Evde silah yoktu. Saldırganların evde bulabildikleri, Genç Öncü, Çark Başak ve Yürüyüş adlı dergilerdi. Ve başta Aziz Nesin olmak üzere, bazı ünlü yazarların kitapları…

Saldırganlar, evdekilerin sayılarının fazla olması nedeniyle aralarında biraz tartıştılar. Bir de arabada bekleyen Reis’e danışmaya karar verdiler. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, dışarıya çıkıp durumu anlattılar.

Abdullah Çatlı, Kürşat Poyraz’ı yanına alarak: “Ben şimdi geliyorum, beni bekleyin” dedi. Çatlı ve Poyraz otomobille hareket edince, Ercüment gözcülerin yanına gidip onları uyardı: “Aman dikkat edin, sinek uçsa bize haber verin.”

Kısa bir zaman geçti.

Reis Çatlı, gittiği yerden döndü. Onlara bir şişe eter ve pamuk getirmişti. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, eteri ve pamuğu alıp eve girdiler.

Yere yatan beş gencin yüzüne sırasıyla, etere batırılmış pamuğu bastırdılar.

Tam o sırada, kapı kısa aralıklarla üç kez vuruldu. Saldırganlar telaşlandılar, kim olabilirdi gecenin bu saatinde?

Kapıyı açtılar. İki kişi daha gelmişti. Türkiye İşçi Partisi Üyesi Faruk Erzan ve Salih Gevence. Evde bulunanların sayısı, bir anda, 7’si TİP’li gençler olmak üzere, 11 kişi olmuştu. Tekrar Reisleri Çatlı’ya koştular, durumu haber verdiler.

Çatlı, ‘soğukkanlılığını’ kaybetmedi. Emrini verdi: “Sonradan gelen iki kişiyi alıp otomobile getirin.”

Kürşat Poyraz ve Haluk Kırcı, Salih Gevence ile Faruk Ferzan’ı, Çatlı’nın otomobiline getirdiler.

Kürşat Poyraz otomobilin önüne, Çatlı’nın yanına, Haluk Kırcı ve tabanca tehdidi altındaki iki TİP’li genç, arka koltuğa oturdular. Araba, Bahçelievler’den çıkıp süratle İstanbul-Eskişehir yoluna yöneldi.

10 dakika sonra, Balmumcu yolunun 13. kilometresine vardılar. Otomobil durdu. Abdullah Çatlı, aracın motorunu çalışır durumda tutarken, farlarını söndürdü.

İki TİP’li genç, Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz tarafından, yol kenarındaki tarlanın içine doğru 600 metre götürüldü.

24 yaşındaki Faruk Erzan’ın kafasına üç, 26 yaşındaki Salih Gevence’nin kafasına da üç kurşun sıktılar.

Otomobil aynı hızla yine Bahçelievler’in 15. Sokağı’na döndü. Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz, arabadan inip eve girdiler. Evde bulunan Ercüment Gedikli ve Mahmut Korkmaz, beş TİP’li genci eterle bayıltmıştı. Aslında Çatlı’nın yolda yaptığı plan değişikliğine göre, evdeki “esirler”, ikişer üçer otomobile bindirilip Eskişehir yoluna götürülecekti.

Bu arada Serdar Alten’in yarı uyanık olduğunu gördüler, kollarına girip otomobile götürdüler.

Reis, “Hemen geri götürün, biraz önce buradan ekip arabası geçti. Belki Eskişehir yolundaki cesetleri bulmuşlardır. İşi siz, evde bitirin.” emrini verdi. Serdar Alten, eve geri götürüldü.

Saldırganlar, beş genci nasıl yok edeceklerini tartıştılar. Haluk Kırcı, “Ben iple boğarım” dedi. Bu teklife, arkadaşları bile şaşırdı. “Sahi yapabilir misin?”

Haluk Kırcı; “Denerim” dedikten sonra; içeri girip, telden yapılmış bir askı getirdi.

Osman Nuri Uzunlar’ı, sürükleyerek mutfağa götürdü. Telle boğazını sıktı. Ancak telle boğamayacağını anladıktan sonra, gidip banyodan bir havlu aldı. 20 yaşındaki Uzunlar’ın yüzüne havluyu bastırdı.

Dakikalar geçti. Osman Nuri Uzunlar, havlunun altında can çekişiyordu.

Üniversite öğrencisi Uzunlar’ın öldürülmesi epey zaman aldı. Bunun üzerine Haluk Kırcı ülkücü akadaşlarına dönüp; “Bu böyle olmayacak, siz evden çıkın, ben hepsinin kafasına sıkıp çıkarım,” dedi. Eskişehir yolunda kullandığı silahı Kürşat Poyraz ile değiştirip, ondan mermi dolu 14’lü tabancayı aldı.

Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz dışarı çıktılar. Ercüment Gedikli, gözcülük yapan Ömer Özcan ve Duran Demirkıran’a, “görevlerinin” bittiğini bildirdi. Sonra Çatlı ile otomobilde bekleyen Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz’la birlikte, 15. Sokak’tan hızla uzaklaştılar.

Evin içi…

Haluk Kırcı, otomobilin sesini duyar duymaz, silahını, elleri arkadan bağlanmış olarak yerde yatan dört gencin üzerine boşalttı…

Serdar Alten’in mide ve bağırsaklarını üç kurşun;Hürcan Gürses’in kalp ve böbreğini üç kurşun; Efraim Ezgin’in başını dört kurşun;Latif Can’ın akciğerini iki kurşun parçaladı.

Tabancasındaki kurşunları bitiren “İdi Amin” lakaplı Haluk Kırcı, evden koşarak uzaklaştı.

56 Numaralı apartmanın tam karşısında oturan polis memuru Tuncay Özkul, silah seslerini duyarak balkona çıktı. İnce uzun boylu bir şahsın hızla karşı apartmandan koşarak çıktığını gördü. Ev arkadaşı komiser Seyfi Eroğlu’nu uyandırdı. Silahlarını alıp karşı apartmana girdiler. 2 Numaralı daireden ‘imdat’ sesi geliyordu. Kapıyı kırıp içeriye girdiler.

Manzara karşısında dehşete kapıldılar.

Dört genç kanlar içindeydi. Bir diğerinin başında havlu vardı. Gençlerden biri, erdar Alten, ölmemişti…

Serdar Alten su istedi. Şoktaydı. O haliyle, kendilerine saldıranların dört kişi olduğunu söyleyebildi ve tarif etmeye başladı: “Kaçanlardan ikisi esmer, ikisi sarışındı. Bize ateş eden ise, kıvırcık saçlı, esmer bir çocuktu.”

Serdar Alten, Hacettepe Hastenesi’ne kaldırıldı.

O, hastanede yaşam kavgası verirken, Haluk Kırcı aynı semtteki öğrenci evlerine gelmiş, yatağına girmişti bile…

Sabah erken saatte Abdullah Çatlı’nın Cebeci Talatpaşa Bulvarı’ndaki 154/9 numaralı evine gitti. Silahı, “Reis’ine teslim etti.

Çatlı ve Kırcı, hiçbirşey olmamış gibi, kahvaltı yapıp sohbet ettiler. Radyodan öğle haberlerini dinlediler. 6 kişinin öldüğünü, ancak bir kişinin yaşadığını öğrenince, telaşlandılar. Çatlı Nevşehir’e, Kırcı Erzurum’a gitti.

Serdar Alten, hastanede ağır yaralı haliyle, Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Mehmet Bağış ile Emniyet 2. Şube Müdürü Tahsin Gündal’a ifade verdi: “Eve dört kişi girdi. Birinci şahış sarışın, uzun boylu , kot pantolon giymişti. İkinci şahıs, esmer, geniş kafalı, orta boylu, kısa saçlı. Üçüncü şahıs, genç kıvırcık saçlı, 16 veya 18 yaşında. Dördüncü şahıs hakkında fazla bilgim yok.”

Çok acı çektiğini, daha fazla konuşamayacağını belirten Serdar Alten, “Bizi faşistler vurdu, biz ilerici gençlerdik. Bu nedenle bizi faşistler vurdu” deyip, tam ameliyata girerken, hatırladığı bir bilgiyi de söyledi.

“Beni zorla dışarı çıkardılar. Büyük mavi renkli bir otomobilin yanına götürdüler.”

Otomobilde bulunan şahsın orta boylu, 23 yaşlarında biri olduğunu ve diğerlerinin kendisine “Reis” diye hitap ettiğini söyleyebildi ve ekledi: “Otomobilin plakası 34 PD, numarasını görmedim.”

Serdar Alten 8 gün ölümle pençeleşti. 17 Ekim 1978’de saat 11.30’da, daha bıyıkları bile yeni terlemeye başlamışken, yaşama veda etti.

Polisler, 34 PD numaralı bir otomobil bulamamışlardı.

Ama tesadüfi iki olay, katliamın sanıklarını ortaya çıkardı.

Birincisi, polise gelen bir ihbardı: “Nevşehir Avanos yolu üzerinde Kozaklı Benzin İstasyonu üzerinde metalik mavi renkli Amerikan tipi büyük bir otomobilin plakasının şehirleri belirleyen numarası önünden kartona yazılmış 34 numarası çıkarıldı. Aracın, 34 numaralı karton çıkarılmadan önce, plaka numarası 34 PD 137 iken, çıkarıldıktan sonra altından 06 PD 137 numarası çıktı.”

Polis, bu kez 06 PD 137 numarayı araştırdı. Plaka, Ülkücü Gençler Derneği eski 2. Başkanı Mustafa Mit üzerine kayıtlıydı.

Mustafa Mit, yakalanıp gözatına alındı. O tarihte Ülkü Ocakları Başkan Yardımcılarından olan Mustafa Mit’in, Deniz Hakim Yarbay Enis Tunga’ya verdiği bilgiler, mahkemenin hazırlık soruşturması tutanağına şöyle geçti: “1976 yılında Ülkü Ocakları Derneği’nde yaklaşık 4-5 ay kadar süreyle ikinci başkanlık yapmıştım, Bu dönemde bizim derneğin başkanı olan Selahattin Sarı bana yaklaşık 130 bin lira vererek, “Teşkilatı dolaşın, bakın, uygun bir araba alın” dedi. Şoför Ali Şerit’le birlikte, arabalardan iyi anladığı için, galerileri dolaştık.

Metalik mavi renkte, 74 model malibu klasik model bir araba beğendik. Bu sırada arabanın plakası üzerindeydi. Plakası 06 PD 137 idi. Görevde bulunduğum süre içerisinde araba Ali Şerit tarafından kullanıldı. Ben görevden ayrıldıktan sonra otomobil Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı tasarrufundaydı. Otomobilin Bahçelievler Olayı’nda kullanıldığnı öğrendiğimde, kendimi kurtarmak için olayı araştırdım. Olay günü, olan 9 Ekim 1978’de aracın, yanı 06 PD 137 metalik mavi renkli Chevrolet Malibu’nun, Abdullah Çatlı’da olduğunu öğrendim.”

Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Mustafa Mit, Cebeci’deki Acıbadem 51 Çayevi’nde Şevkat Çetin ile yaptıkları bir sohbetti de şöyle anlatır: “Bahçelievler’de yedi kişinin öldürülmesi olayında teşkilatın katkısı olabileceğini tahmin ediyordum. Şevkat’e bu soruyu sorduğumda, bizim Çatlı’nın işleri diye bana söylemşti.”

Abdullah Çatlı, 8 Kasım 1978 tarihinde Adapazarı’nda gözaltına alındığında, otomobilin o tarihte cezaevinden tahliye edilen Muhsin Yazıcıoğlu’nu Sivas’tan alıp getirmek üzere oraya gönderildiğini söyledi. İfadesi doğru kabul edildi. Çatlı, Ankara Emniyeti’ne değil, İstanbul Emniyeti’ne teslim edildi. Ve kısa bir süre sonra da, Gayrettepe ‘den serbest bırakıldı.

Oysa, 06 PD 137 plakalı otomobili Sivas’a götüren Selahattin Sarı ifadesinde, 9 Ekim 1978 tarihinde Sivas’tan Ankara’ya döndüklerini ve aracın anahtarını ÜGD Genel Merkezi’ne bıraktığını söylemişti.

İkinci tesadüfi olay ise çok ilginçtir:

Bahçelievler Katliamı’ndan iki ay sonra bir ahbap toplantısında, Semiha Üstündağ adlı bir hanım, katliamdan iki gün önce, Bahçelievler Pazarı’na birşeyler almak için giderken, 3. Cadde ile 16. Sokağın birleştiği yerde, biri orta boylu, kestane renkli aşağı sarkık bıyıklı, diğeri ise zayıf, sarışın, uzunca boylu iki kişinin konuşmasına tanık olduğunu söyler. Elinde zincir ve tesbih bulunan bir kişinin, diğerine, “tamam mı” diye sorduğunu, diğerinin de “tamam, 5-6-2” dediğini duyduğunu, Bahçelievler Katliamı’nın 56/2 numarada olduğunu gazeteden okuyunca, aklına bu ilginç olayın geldiğini söyler.

İşte bu ahbap toplantısında bulunan polis memuru Recep Oktay, duyduklarını meslektaşı Selami Ünal’a, o da komiser Dürüst Oktay’a anlatır.

Tanıma uyan kişinin Bahçelievler’in tanınmış faşistlerinden Duran Demirkıran olduğu ortaya çıkar. Demirkıran, 18 Aralık 1978 günü gözaltına alınır.

Ve Bahçelievler Katliamı, faili meçhul olmaktan kurtulur.

Olayda kullanılan eterin, Numune Hastanesi eczanesinde görevli bir faşist tarafından İbrahim Çiftçi’nin emriyle çalınmış olduğu ise, zamanın Numune Hastanesi Başhekimi Dr. Turhan Temuçin ve Siyasi Şube Müdürü Tayyar Seven tarafından ortaya çıkarılmıştı.

Bahçelievler Katliamı ile ilgili olarak:

Haluk Kırcı; ölüm cezasına,

Ahmet Ercüment Gedikli ölüm cezasına,

Ömer Özcan ve Duran Demirkıran 28’er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Olayın diğer failleri Abdullah Çatlı, Ünal Osmanağaoğlu, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz, “ele geçirilememişlerdi.”

Mahmut Korkmaz, 1978 yılında Viyana’dan İstanbul’a dönerken Yeşilköy havaalanında yakalandı.

Susurluk Kazası’ndan sonra Bahçelievler Davası yeniden açıldı ve duruşmalar, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürüyor.

Çatlı, Osmanağaoğlu, Poyraz, aranıyor!..

Gençlerin yakınlarının Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı aleyhine açtıkları dava ise, Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde başladı.

Ailelerin avukatı Ersen Şansal “Katliamın planlayıcısı ve faili olan Abdullah Çatlı’nın, bir milletvekili ve üst düzey bir bürokratla birlikte öldüğü kazanın, bu şahsın devletle ilişkisinin durumunu belgelediğini, kazadan sonra yine üst düzey bir yetkilinin “devlet için silah sıkanların şerefli olduğunu söylediğini” belirtmiştir.

Aynı davaya avukat olarak giren A. Erdal Merdol ise, devletin güvenlik güçlerince aranan insanlara olanak ve yetkiler tanıdığını söyledi.

Yukarıdaki bilgiler, 4. Kolordu Komutanlığı, Ankara 1 Nolu Askeri Mahkeme Tutanakları, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Tutanakları ile, Haluk Kırcı ve Mahmut Korkmaz’ın Pişmanlık Yasası’ndan yararlanmak için yaptıkları itiraflarından; gazeteci Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul tarafından derlenmiştir.

Susurluk’ta; milletvekili, polis şefi, MHP’li katil üçgeninin tek kare bir fotoğrafı, bir kaza sonucu çekilebildi.

Oysa bu mafya cumhuriyetinde yaşanan ve yaşanmakta olan her saniye, bu tür fotoğraflarla örülüdür.

Bu mafya cumhuriyetinin karakteri budur. Ve bu büyük çetenin elleri kan içindedir. Kürt ve Türk halklarının kanı, onyıllardır böyle acımasızca akıtılmaktadır.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir