Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Ebru’nun İzleri

Yitip giden
unutulanlardır
anlatılanlar
yüreğimizde yaşar
bir karartı gibi değil
ışık gibi
yol gösteren

Bir şiirdi
asil
heybetli
tepe tepe hakikatli
bez bebekler yaptı annesi
o şiir istedi
bisiklet tutkusu olur çocuğun
o şiir istedi
dedi ki
hevesler geçici şiir baki
kırkında şiirdi her şiirden daha ebedi
onun vatanı
acılar ülkesi
üzüm bağları
dut, ceviz, meşe ağaçları
ve de dağları
kışları gelinlik
yazları bayramlık giyen
hey gidi dağlar
acılarını rüzgar saklar
esen yel
oralıların yüreğini yakar
acılar ülkesi
kızıla çalmadan
alel acele
olduruveren acı abidesi
orada bir yerde
bir bodrum katı
loş yetim nemli
güneş girmezdi içeri
üç ufaklığın ablası
ana yarısı
ve de güneşiydi
dul ananın ilk göz ağrısı, sırdaşı, yoldaşıydı
mağrur dik başlı ananın dört evladı
hünerinden almıştı her biri
acılar ülkesi
ahlat gibi
aheste aheste vermez yemişini
çocuklarla analar
birlikte büyürlerdi

Sonra
bahtına ne düşerse o
senin vazifen
zebun
titrek
fakat el maharetiyle
makbul kadın olmaktır

‘durgun su
duru su
tatlı su
ne sor ne yor
durgun su ol’

hallice iyiyiz
daha kötüsü de var
şükran şükran ve şükür demek var
tevekkül
inananlara vaat üstüne vaat
yalana itaat
önce inandı
sonra anladı

‘bahtına ne düşerse o’
baht
her fakirin yüzü gibi
kara bulutlu
ihtiyar gözlü
acımtıraktı
açık tuz basılan yaraydı
baht
baht
baht
kimdeyse taht ona gülerdi baht
hak görülen hayat
razı gelinen baht
kelepçelenmişti tekerine tarihin

‘ne sor ne yor, durgun su ol’
durgun değildi su
arınmış soruyordu
duruydu, engindi
hakikatin peşindeydi
ne biat ne baht
anlamak anlamak
huzura akmak
akıyordu
kitaplara dalıyor
sözcüklere dokunuyor
her biri içine işliyordu
tomut tomur kabaran
kabardıkça saran bir dalga
kardeşlerini toplar
boz toprağa
huzurun yemişini sürerdi
‘ne sor ne yor, bahtın neyse o’
soruyordu
anlıyordu, doğru zembille inmeyecekti
ayıklar gibi pirincin taşını
ayıkladı her birini
ne bahtın eseri
ne de makbul kadın
güneşi hakka benzeten
onu erek edinen bir kadındı artık
peşindeydi herkese güllen bahtın
herkese güneş dağıtmanın

Ebru
gözleri karaca
saçları lüle
bir tane de zülüf düşerdi yüze
üzüm salkımı saçlarından
Munzur’un duru suyuna
bezuvarlar gibi baş eğmezdi

Bazıları
mazide arar sığınağı
geleceğin hülyasında bazıları
bir candan seyrederler yaşamı
korkak
fırıldak
kaçak
olmadan da payları
sarhoş olurlar zaferlerde
kanla inşa edilen
o seyretmedi
anladı
buldu ve bildi
saadet halkın kudretli yürüyüşündeydi
itti elinin tersiyle
şahsi ikbali
alımlı çalımlı şatafatlı elbiseleri
ikbalse
herkese
dayı İbrahim
Gülizar nene
Gülperi bibi
ve daha nicesi
yazgıları kelepçelilerin savunanıydı artık

Seneler seneler
neler gördü neler
herbiri işledi
büründü renkli bir kuvvete
kah burkuldu gidenlerin acısıyla
kulağında anaların ağıtları
kah kıpır kıpır oldu
sevinçten duramadı
ve bazen kendi sesinden ürperdi
öfkeli, emin
lakin tek bir gün mutsuz geçmedi
geçmedi tek bir gün kepaze
çünkü
ferah günlerin yolcusuydu

‘ne sor ne yor, bahtın neyse o’
karanlığın gözüne bakarsan
bulursun her karanlığın güneşini
Ebru huzurlu
hafif
rahattı
yürüyüşünde her notası doğru bir senfoni vardı
dengedeydi
uyumlu adımlarla yürümedeydi
yollar tekinsiz
Ebru emindi
göz korkmaz sırrına erdiği derinlikten
dalar
boydan boya yarar

‘ele al
anla
bil
bul Ebru
korkuyu korkut Ebru’

Sevdi
yağmurun toprağa damla damla verdiği gibi
bir ananın
bebeğinin nefesini dinlediği gibi
yapraklar
çiçeği koruduğu gibi
her adımında
mağrur bir bakış atar
girdiğinde muharebeye
endişe duyar
geri çekmez fakat
sımsıkı tutar
elleri güven verir
o da yeşerip serpilir
anlaycağın
verir verir verir
sonra çıkınca karşısına mayası bozuklar
atılır öne
ne şan ne ünvan
bıktığından ne de
yaşamanın en güzelini bilip de
sevmekten, sevmekten
hem de öyle ki ölümüne
sebatle sevmekten

Bir çöl vardı önünde
huysuz acuze
varlığı korkuya bağlı
çöl
beyaz elbiseli
beyaz dişli
akla günahını gizleyen
züllü züppelerin çölü
omuzlarında akbabalar
pençelerinde kan
korktukça kanatan
kanattıkça korkan
kan kimlerin kanı?
tanımaz hepsini
fakat nasırlı el
kesilmiş kol
aşınmış ayakkabı
kömür beden hep aynı
şahsi ikbali ittiğinden beri
hep onları savunmuştu
beyaz elbiseli doyumsuzlar
su dedikçe onlar
kanlı meleklerini öne sürüyorlar
akbabalar gürültüyle ilerliyor
marifetleri korkutsun istiyor
‘bahtın neyse o
ne sor ne yor’
insanlar çöde su arıyor
su
su, su
kurumuş boğazlar
çatlamış dudaklar
ıkıl ıkıl nefes alıyorlar
ama isyan etmiyorlar
inanana vaat üstüne vaat
şükür ve şükran vardı çünkü
bazılarına çöl vurmuştu
su su diye dudak bükmüştü
ne mecal ne hal
her ılgıma gel
su umarlardağılmadan çıkar aydınlığa
öyle emindi işte Ebru

bir gün su gelir diye beklerlerdi
el intizar eşeddü minnenar
yürümeliydi o halde
kanlı pençeler
tekinsiz yollar
ve de
köşeden izleyen dostlar
hepsine rağmen yürümeliydi
karanlığın gözüne bakıp da
güneşi görmenin huzuru vardı üstünde
‘durgun su ol
ne sor ne yor’
duruydu
engindi
derindi
bilgeliği bilmekte değil akmaktaydı
akıyordu
çölde su olmaya
derman olmaya
yürürken hafifliyordu
ömrünce lal olmayan dili
ilk defa susmuştu
yaralanmıştı hafiflerken
zaten fazla söze gerek de yoktu
yürüyüşü konuşuyordu
bir hastane odasında
incecik bir beden
taşıyamıyor başını
ip ince boynu
gözleri konuşuyor sadece
insana yakın
insana uzak
onu görmek bile yasak

‘durgun su ol demişlerdi
ne sor ne yor
şimdi
çürümüş sol’ diyorlardı
sanki dövüşemez insan
tek yürek
ve yığılır kalır
ıssızlık kaplarda
titrer sanırlar
oysa
onunla birlik
koca bir halk dövüşür
tek kalsalar bile çoğuldurlar daima
onlardan biriydi işte
şimdi o duruyor
yüreğimize giden her sokak başında
elini uzatıyor
her ürpertide
biz yürüyelim diye

Seher Adıgüzel/Yüreğim Sana Emanet
Tavır Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir