AYASOFYA’YA CAMİ DEMEKLE CAMİ OLMAZ

- Rasim Öztaş
“Bizans tarihi uzmanı Steven Runciman, Konstantinopolis’in Antik Yunan’dan kalan sanat yapıtları ve başyapıtlarla dolu olduğuna dikkat çeker. Venedikliler böyle şeylerin değerini bildiklerinden, buldukları hazineleri alıp götürürler. Ancak, Fransızlarla Flamanlıların yok etme arzusuyla, naralar atarak sokaklara ve evlere saldırdıklarını belirten Runciman, manastırların, kiliselerin ve kütüphanelerin bu yağmadan kurtulamadığını söyler. Sarhoş askerlerin, Ayasofya’da bile, kutsal kitaplarla, ikonaları ayaklarıyla ezdiklerini, bir fahişenin patriğin tahtına oturarak açık-seçik Fransızca şarkı söylediğini,her türlü meskenin yağmalandığını belirtir. Şehrin maddi kültürünün neler olduğunu anlamak için yağmalama hedeflerine bakmak yeterli görülmektedir.” (1)
Yukarıdaki satırlar, 4. Haçlı Seferi’nin ardından gerçekleşen ve 57 yıl süren (1204-1261) Latin işgalinde yaşananları anlatıyor. Bu dönemden kalan belgelerde Latin işgali sırasında yaşanan vahşetin V. ve VI. yüzyıllarda Vandalların İspanya ve İtalya’da gerçekleştirdikleri yağma, talan ve katliamlardan daha çok olduğu anlatılır.
Bir de Osmanlı’nın İstanbul’u işgal etmesinden sonra yaşananlara bakalım.
“İslam dininin kazanan tarafın askerlerine tanıdığı üç günlük yağma, zaten zaten perişan olan kenti yerle bir etmişti. Taşınabilir bütün nesneler talan edilmiş, kitaplar ve ikonalar yakılmıştı. Saraylarla kiliselerin hazineleri boşaltılmıştı. En acı olay Ayasofya’da meydana geldi. Dehşete kapılmış insanların, kadınların ve çocukların doluştuğu Ayasofya’nın tunç kapıları kapanarak sürgülenmişti. Türk askerleri bunları kırdılar ve bütün altın ve gümüş nesnelere, kadınların değerli taşlarına ve mücevherlere el koydular ve bu kargaşa sırasında karşı koyanları öldürdüler. Halkın çoğu esir alınmıştı. Bu rahiplerin sık sık sözünü ettiği bir mahşer sahnesiydi. Bu koyu dindar kentte ne bir ikon, ne de bir kutsal emanet kalmıştı.”(2)
Bugün Ayasofya’nın 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müze yapılmasına ilişkin kararın iptal edilerek ibadete açılması yönündeki başvuruyu Danıştay karara bağlayarak müze kararını iptal etti. Bu kararın ardından yangından mal kaçırılıyormuş gibi bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Ayasofya Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi.
Ayasofya’nın cami olarak açılmasının Latin işgali ve Osmanlı’nın işgalinden sonra İstanbul’da, özelde de Ayasofya’da yaşananlardan farkı sadece biçimseldir. Öz olarak bu üç olayın birbirinden farkı yoktur.
Ayasofya’nın tarihi İslamiyetin bir din olarak ortaya çıkışından da eskidir. Bu nedenle “Ben Ayasofya’yı cami yaptım” demekle cami olamayacak kadar tarihi eski, bir inancın en kutsal değerlerinden biridir. Bu nedenle Ayasofya’yı ibadete açmak bu inanca, bu inancın kutsal kabul ettiği değerlere saygısızlıktır.
Ayasofya’nın cami yapılması, bir ülkenin Kabe’yi işgal ederek orayı Müslümanların hac yeri olmaktan çıkartarak kiliseye çevirmesi ile iş anlamlıdır. Bir inanca sahip olanların kutsalları kendileri için ne kadar değerliyse, başka bir inancın kutsallarının da bu inanç sahipleri için o kadar değerli olacağını bilmek gerekiyor. Bu nedenle bir inancın kutsallarına karşı yapılacak her saldırıyı kendi kutsallarına yapılmış bir saldırı olarak görmeyenlerin ilk yapacakları iş, kendisinin ne kadar inançlı olup olmadığını sorgulamak olmalıdır.
18 yıldır bazen rant uğruna, bazen oy uğruna, bazen de sadece gündem değiştirmek için inançlar, kültürel değerler, hatta bu memleketin doğası, tarihsel dokusu, yaşam biçimleri sürekli yok edilmeye çalışılıyor. Birkaç gün önce Anadolu Ajansı’nın paylaştığı Hasankeyf’inin son halini görenler olmuştur. Hasankeyfi’nin son hali saldırının hangi boyutta olduğunu ve hangi değerleri yok ettiğini gösteren önemli fotoğraflardır.
Şimdi oy uğruna bir saldırı da Ayasofya’ya yapılmak isteniyor. Ayasofya’ya yapılan saldırıyı sadece bir inanca, bu inancın kutsallarına karşı yapılmış bir saldırı olarak ele almamak gerekiyor. Ayasofya’ya karşı yapılan bu saldırıyı aynı zamanda İstanbul’a karşı yapılmış bir saldırı olarak ele almak gerekiyor.
1- Nurdan Türker, Vatanım Yok Memleketim Var, sayfa 74
2- Nurdan Türker, Vatanım Yok Memleketim Var, sayfa 78-79

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler