MARAŞ KATLİAMI 1978 I. BÖLÜM

Bir de nefislerini
Ellerini yıkadılar
Yüzlerini yıkadılar
Hatta ayaklarını
Ama nafile
Yine temizlenemediler
Geleceğe de tohum ekip
Alınlarını secdeye koyup
Allah din kitap demelerine rağmen
Neyseler yine öyle kaldılar
Pislikleriyle başbaşa
Sadık Erenler
1978 yılındaki “Maraş katliamı”nın 43. yılında şehitlerimizi sevgi ve saygıyla anıyoruz. Devirleri Daim, Gönüllerimiz mekanları Olsun. Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Bir ülkede beceriksiz yöneticiler işbaşında iseler, o ülkede güzel işlerin yapılması beklenemez. Türkiye yıllarca işini bilmeyen yöneticilerin elinde hallaç pamuğu gibi sağa sola savruldu durdu. Kendi egemenliklerinin sürmesini böl, parçala ve yönet sistemine göre kuranlar, kardeşin kardeşi kırmasına her türlü zemini de böylece hazırlamış oldular. İster ekonomik nedenlerle olsun, ister inançsal nedenlerle bir kesimin diğer bir kesimi ötekileştirerek kendine düşman bellemesi bazı çevrelerin ekmeğine de yağ sürer olmuştur. Ülkeyi yönetenlerin bu acımasız ve düşüncesiz davranışları da boyutları aşarak insanları katletmeye değin uzanmıştır. Ülkenin ekonomisinin dış devletlere bağlı olması zamanla bir siyasi bağımlılığı da birlikte getirmiş ve siyasi sürecin gelgitlerini onlar programlar olmuştur. Kahramanmaraş’ta yaşanan o süreç de ülkeyi karışıklığa sürüklemek isteyenlerle onlara çanak yalayıcılığı yapanların düşündükleri ve yaşama geçirmekte oldukları bir senaryonun ilk oynanan perdesidir.
Maraş’ta yaşananların bir etnik arındırma olduğunun artık bilincindeyiz. Nasıl ki 1938 Dersim Katliamı bir kültürel ve inançsal soykırım ise, aynısı Maraş Katliamı için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine uygun harekat Dersim’de nasıl acımasızca uygulanmışsa, aynı uygulama bu kez de derin devlet ve faşizan örgütler tarafından Maraş’ta da yaşama geçirilmiştir.
Alevi-Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı küçük kesimler kendi yaşadıkları bölgelerden her ne şekilde olursa olsun uzaklaştırılarak büyük şehirlerde asimile edilerek eritilmesine çalışılmıştır. Devlet ve onunla birlikte çalışan organizasyonlar, kuruluş felsefesi gereği taşıdığı kimliğini silikleştirerek homojen bir toplumun parçası olmaya yönelik atılan adımların ilki de değildir, tarihin geri kalan sayfalarına dönüp baktığımızda.
Ta Osmanlı dönemi Şeyhülislamlarından ünlü Ebusuud Efendi’nin “katli vaciptir” fetvaları Maraş için de yazılmıştır.
Alevi Kültürü ve İnancı’nın 1950’lerden sonra kırsaldan şehirlere doğru akması, 1960’larda başlayan Avrupa’ya çalışmaya gidip bir sermaye birikiminin oluşması, sol ideolojiyle birlikte hareket edilmesi ve Maraş’ta güçlü bir potansiyel haline gelmesi devleti ve devletle birlikte çalışan yan örgütleri korkutmuş, akabinde de gizli eller değil, gözle görülür bir elle olayların yaşanması startı verilmiştir. Ve katliam altta da yazdığım gibi gerçekleşmiştir.
1978 yılında ki Kahramanmaraş olayları, daha da gerçeği Maraş katliamı 19 Aralık ile 26 Aralık tarihleri arasındaki bir haftalık süre içinde yaşanmış ve heryer kan gölüne dönmüştür. Cumhuriyet tarihinin de en kanlı sayılacak önemli olaylarından biridir ve ülkeyi 12 Eylül faşizmine götüren nedenlerden biri olarak da kabul edilir. Ülkede kargaşa yaratıp, insanları birbirine düşürerek normal yaşam koşullarının ortadan kaldırılmasıyla oluşacak olağanüstü koşulların getireceği günlerin özlemiyle yananlar tarafından düzenlenmiş ve yaşama geçirilmiştir.
Katliamın hedefinde sol görüşlü Sünniler ve Aleviler hedef alınmış olsa da katledilenlerin içinde çocuklar, yaşlı insanlar ve hamile kadınlar da vardır.
Eski başbakan rahmetli Bülent Ecevit’in arşiv belgelerine göre MİT’in (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve Arparslan Türkeş’in birlikte düzenledikleri bir olaydır.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş katliamının açıklığa kavuşturulması için özel bir ekip görevlendirmiş ve bu ekip yaptığı çalışmalarla elde edilen sonucu İçişleri Bakanlığına sunmuştur. Ancak raporun içeriği gizli tutulmaya çalışılmışsa da Gündem Dergisi bu raporun bir kısmını elde ederek yayınlamıştır.
Raporda şu bölümler yer almıştır.
18 Aralık 1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir.
15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filmi gösterilecekken Adana Maraş ÜGD şubesine gelen iki şahsın getirdiği “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi 16 Aralık’ta gösterime sokulmuştur.
Olaylardan önce, Ankara ili Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahraman Maraş iline gittikleri öğrenilmiştir.
22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi yapılır. Yapılan araştırmalarda “ Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla arayarak; ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ der. Muhittin Turgut ise; ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını verir.
Siyasi ve ekonomik nedenlerle körüklenen Alevi- Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde 19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’na, ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ isimli filmin gösterimi sırasında patlayıcı madde atıldı. Daha sonra sinemaya bombayı ÜGD Maraş derneği üyelerinden Ökkeş Şendiler’in attığı anlaşıldı. Sinemadaki bombalama eylemi sağcı kesimler tarafından solcuların attığı şeklinde dile getirilince kalabalık bir sağcı grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırıldı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdiler.
Maraş gergindir. Tüm mahalleler tedirgin bir bekleyişin sürecine girmiştir. Hele Alevi ve solcu mahalleleri senaryosu yazılıp sahneye konan oyunun onların üzerine yıkılmaya çalışılan karabulutların getireceği fırtınalı havayı sezmektedirler.
İlk sahne açılıp kapanmıştır iki öğretmenin canını alarak…
22 Aralık, yasın göğe yükseldiği anın en yakın tanığıdır. Faşistlerce katledilen öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken yine olaylar tırmanmaya başlar. Cuma gününe denk gelen o gün Cenazelerin getirildiği camide bulunmakta olan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarlar ve “Koministlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz,” sloganları atmaya başlarlar. Hırsızla, namussuzla, ahlaksızla yana yana namaz kılmaktan gocunmayan o basiretsiz grup, oyunlara kurban edilen iki aydın insanın, iki öğretmenin cenazesinin camiden dualarla uğurlanmasına tepki gösterirler. Sonra da Sünni mahallelerinde yazılan senaryonun gereği söylentiler yayılır. Güya; cenaze törenine katılanlar camileri ateşe vermiştir, Koministler ve Aleviler cami bombalayacaklardır, dedikoduları ile binlerce kışkırtılmayı bekleyen kitleler kışkırtılılırlar. Yalan üzerine kurulan yalanlar, yalanlara inanmakta beceri kazanan kitleleri hemen birbirine kilitler. 23 Aralık sabahından itibaren kesici aletini, baltasını, silahını ve sopasını kapan o cahil zümre, yönlerini Alevi mahallelerine ve önceden işaretlenmiş Alevilere ve solcu Sünnilere ait ev ve işyerlerine saldırmaya başlarlar.(Tarih tekerrürden ibarettir: Osmanlı padişahı Yavuz da Alevileri katletmeye başlamadan önce onları memurları vasıtasıyla defterlere kayderttirmişti.). Yıllardır birlikte yaşayıp bir Alevinin en küçük bir şiddetiyle karşılaşmayan Sünni kitle, tarihin yüreklerine ektiği kin tohumlarıyla, içi nedense bilinmez bir öfkeyle bilenmiş olarak soluğu Alevi mahallelerinde alırlar.
Üç gün yemeyip içmeyip saldırdılar. Ne ev koydular önlerine çıkan ne de işyeri. Alevilere ait olduğunu bildikleri bir dikili ağacı bile ateşe vermekten çekinmediler. İşsizliklerinin, evde çektikleri karı dırdırının, çalıştığı işyerinde ustasından işittiği azarın, süt vermeyen ineğinin, yumurtlamayan tavuğunun, koca bulamayan evde kalmış kızının, çektiği yoksulluğun acısını yüreklerinde insafsızlaşan keskinliğiyle, herşeyin suçlusu saydıkları Alevilere üç gün üç gece, hem de hiç yorgunluk duymadan tatlı bir iç huzuruyla saldırdılar.
Resmi veriler ortalık durulduğunda açıklandı. İçlerinde hamile kadınların ve çocukların da bulunduğu 111 kişi ölmüş, 1000’den fazla da yaralı vardı. Çoğu Alevi ve solculara ait 552 ev, 289 işyeri, yakılıp yıkılarak tahrip edilmişti. Resmi olmayan rakamlar ise, ölü sayısını 500 olarak telafuz ediyordu. Bir itfaiye eri, “kendisinin 250 ceset gömdüğünü “ söylemiştir. Artık evlerinde karınları tok, sırtları pek, rahatlıkla huzur içinde uyuyabilirlerdi inancı bütün insanlar. Nasıl olsa günahlardan kanlar dökerek arınmışlardı.
Alevilerin yüzde sekseni katliamın ardından Kahramanmaraş’ı terketti.
Peki tüm bunlar olurken, ülkenin ve vatandaşın can güvenliğinden sorumlu olan kolluk kuvvetleri neredeydi? O kolluk kuvvetleri de saldıranlara bir zarar gelmesin diye erketede bekliyorlardı. Şehirde devlet otoritesi yerle bir olmuştu. Bu arada kamu kurumları da zarar görmüştü.
Olaylar 25 Aralık gecesinden itibaren şiddetini yitirip azalmaya başlamış, 27 Aralık günü de sona ermişti. Bir haftadır süren olaylar sonunda Kahramanmaraş şehri bir mezarlığa dönmüştü.
Olaylar sırasında şehre giren Aydınlık gazetesi yazarı Taner Kutlay fotoğraf makinesi ile yaşanan tüm vahşeti belgeler.
Canlı Tanıklar anlatıyorlar:
Kahramanmaraş şehrinde yaşanan 19 Aralık – 26 Aralık 1978 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede en şiddetli saldırılar Alevilerin toplu halde yaşadıkları Yörükselim mahallesine yöneliktir. Yobazların ve ırkçı faşislerin neler yapabileceklerini tahmin eden Yörükselim mahallesi sakinleri mahallenin giriş yerlerine barikatlar kurarak saldıranlara karşı büyük bir direnç gösterip onların mahallenin içlerine ulaşarak daha büyük bir katliamın yaşanmasını engellediler. Evlerin çatılarına çıkıp oralardan içerlere sızmaya çalışan sağcı kesimden de ölenler ve yaralananlar oldu. Özellikle kadınların, çocukların ve yaşlıların hedef alındığı öldürme olayları ise, en çok Yusuflar, Tekke ve Namık Kemal ile Serimtepe mahallesinde gerçekleşti. Çünkü buralarda sayıca az ve işaretlenmiş olan Alevi evleri kendilerini koruma imkanından yoksundular. Katliam sırasında bizzat komşuları tarafından öldürülenler dahi olmuştu.
Kahramanmaraş olaylarından sonra evini barkını terkedip İngiltere’de yaşamaya başlayan ve katliam sırasında 12 yaşında olan canlı tanık Hayri Ergönül’ün gözleri önünde babası, annesi, ağabeyi ve o anda evde bulunan iki misafiri öldürülür .
Habertürk gazetesine bunları şöyle anlatır.
“Olaylar iki öğretmenin vurulmasıyla başladı. Babam herkesle iyi geçinen bir insandı. ‘Evden çıkmasak bir şey olmaz‘ dedi. Ancak süreç babamın dediği gibi gelişmedi. Çünkü bizimkisi de dahil Alevi evleri işaretlenmiş. 1500-2000 kişi oturduğumuz Serimtepe mahallesine geldi. Ellerinde baltalar, demir sopalar, kesici aletler, dinamitler vardı. İçeri benzin atıp tavanı delmeye çalıştılar. İlk olarak evdeki yangını söndürmeye çalışan annem Güley Ergönül vuruldu. Ardından babam İmam Ergönül, ağabeyim Hüseyin Ergönül ile evdeki iki misafirimizden biri olan Mahmut Ünal vuruldu. Ben evdeki diğer misafirimiz Hacı Bektaş Bozkurt’la aynı odada kalıyordum. İçeri giren silahlı iki adam bizi dışarı çıkardı. Dışarı çıkarılınca bir anda kalabalık 20’li yaşlardaki Bozkurt’a saldırıp onu vura vura linç ettiler. Küçük olduğumdan, beni tanımadıklarından kalabalık içine karışıp kaçabildim.”
Hayri Ergönül, babasını vuran kişinin mahalleden komşuları olan ve karşılaştıklarında selamlaştıkları M.B. adlı emniyette çalışan bir gece bekçisi olduğunu iddia ediyor: “Komşumuz bile bize saldırdı. İkisi kız üç kardeşim daha katliamdan kurtuldu. Amcamın yanına sığındık. Herşeyimiz yanmış, yağmalanmıştı. Tek bir şeyimizi bile kurtaramadan Maraş’tan ayrıldık.”
Maraşta’ki olayların karşılıklı bir çatışma olmadığını söyleyen Hayri Ergönül son olarak şunları ekliyor: “Geliştirilen planlı katliamdı. Savunmasız insanları, yaşlıları, çocukları öldürdüler. Hamile kadınların karnı deşildi. Ben bunların şahidiyim.”
Kahramanmaraş tanıkları arasında sadece yakınlarını kaybedenler bulunmuyor. Olaylar sırasında Maraş’ta üstteğmen rütbesiyle görev yapan Ümit Aydil, Dostluk ve Dayanışma derneği’nin desteğiyle hazırlanan Maraş katliamı belgeselinde tanık olduğu bir vahşeti şöyle anlatır:
“Bir eve girdim. Duvara yakın bir kadın yerdeydi. Duvarda bir şey vardı. Başta kestiremedik. Kadını çekince anladık. Büyük bir olasılıkla kadına satırla vurulunca cenin fırlamış. Göbek bağı kopmamıştı ve cenin duvardaydı. Komando bıçağıyla cenini kazdık. Torbaya mı koyalım rahme mi koyalım bilemedik. Ve torbada mefta’nın (ölünün) önüne koyduk. İnanılmaz bir olaydı.”
Yine Piyade Yüzbaşı Sedat Kiper, mahkemede 23 Aralık günü yanan bir eve gittiklerinde evin önünde biri kadın üç ceset bulduklarını söylüyordu.
Yörükselim mahallesindeki o ölüm kalım mücadelesinin tanıklarından biri olan bir yıl sonra yasadışı bir sol örgüte üye olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. 12 Eylül darbesinin ardından olayların başlamasına neden olan iki solcu öğretmenin öldürülmesi onun üstüne yıkılmak istendi. Suçu kabul etmesi çin aylar süren ağır işkencelere tabi tutuldu. Hatta bu işkencelere tanık olan Sedat Caner adlı polis, 14 yıl önce Nokta Dergisi’ne verdiği röportajda Kapan’ın en uzun süreyle işkence gören mağdur olduğunu anlattı.
İşkencelere karşın suçlandığı konudan berat eden Kapan tanıklıklarını Habertürk’e şöyle anlatır: “Yörükselim mahallesine dört koldan saldırdılar. Saldırganların başında Maraşlı olmayanlar vardı. Bunlar yürüyüş başlayınca ortadan kayboldu. Kalabalık,’Koministlere, Alevilere ölüm, onların kanları helal diye bağırıyordı. Asker, polis yok ortada. İki gün sürdü çatışmalar. Evlerin çatısına çıkıp ateş açarak direndik. Mahallenin nüfusu öğretmenlerin cenazesi için gelenlerle 20 bin’e çıkmıştı. Halen o anları anlatırken tüylerim diken diken olur. Sayısız defa ölümle karşı karşıya geldik. Bir sokak geçilse belki 20 bin kişi de ölecekti.”
Hamit Kapan ayrıca şu ilginç iddiayı da ortaya atar: ”Onlara Alevilerin ve Koministlerin sırtının derisinin altında cennetin anahtarları olduğu söylenmiş. Bizi gelip öldürüp sırtımızdaki derinin altını açacaklar cennete gidecekler.”
Hamit Kapan, katliamda akrabası olan Dönmez Ailesi’nin üç bireyinin öldürüldüğünü belirterek: “Evleri basılıyor. İki erkek akrabam adeta kesilerek evde öldürülüyor. Yaşlı kadın akrabamın organına kazık çakılıyor. Kadın ölmedi. Bir yıl felçli yaşadıktan sonra intihar etti.”
Kahramanmaraş katliamı bir hafta sürmüş ve Kahramanmaraş’ın da aralarında bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmişti. Olaylara karıştıkları gerekçesiyle yüzlerce kişi gözaltına alındı. Çoğunluğu sağ görüşlü olmak üzere 804 kişi hakkında dava açıldı. Çok sayıda kişi mahkemede tanık olarak dinlendi. Mağdurların ifadeleri dinleyen insanları dehşete düşürüyordu.
Nedim Şahhüseyinoğlu’nun “Yakın Tarihimizdeki Katliamlar” adlı kitabına aldığı Kahramanmaraş katliamı davasının gerekçeli kararından üç mağdurun ifadeleri şöyle. Yeter İşbilir: “ Evi önce kurşunladılar, sonra kazma ve baltayla kapıyı kırıp içeri girdiler. Tahta ile başıma vurmak isterken elimi siper ettim. Hem elim hem kolum ağır yaralandı.. Bir fırsat bulup dışarıya kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe ile kızı Sebahat’ın kan içinde yattıklarını, üzerlerine televizyon, briket, taş, tahta parçaları yığıldığını gördüm. Ben de üzerlerine düştüm. Sonra kendime gelip kaçmaya başladım. Arkadan ateş ettiler, omzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısına vurdum, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşup beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ’Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim,’ dedim. Birisi,’Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni caddeye götürdüler. Caddede Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopayla dövüyorlardı. Biri Mehmet’e ‘Neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım Ali Rıza, eşi Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler.”
Kamil Berk: “ Allah’ını, Peygamberini seven, eli balta, sopa, silah tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, koministleri içimizden temizleyelim” çağrısıyla ve bağırmalarıyla saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler gelip saldırganları aşağı indirdi. Öğleden sonra benzin şişeleriyle yine geldiler. Alevilerin evlerine saldırıp benzin şişelerini pencereden içeri attılar, arkasından ateşledikleri gazlı bezleri atıp evleri ateşe verdiler. Bir yandan da uzun menzilli silahlarla ateş etmeye başladılar. Kokudan kaçıp kurtulmak isteyenleri arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki altı aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Biz içeride birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem de korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler.”
Maviş Toklu: “Mahallemizin Muhtarı Mehmet Y. ile Fevzi G.’nin başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük küçük demeyin, Koministlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Kapımızı kırıp içeri girdiler. Kocamı (Kalender Toklu) alıp bahçeye çıkardılar.’Kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın, diye yalvardım. Muhtar, ‘çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum,’ dedi. ‘Karaoğlan kim? diye sorduğumda, ‘Ecevit,’ dedi. Kocamı gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Sonra yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu işkence ederek öldürdüler. Daha sonra karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evini bastılar,’gel nene, gel nene’ diyerek dışarı çıkardılar. Gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için olanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Y. ile Nuri B. Tornavida ile Cennet Kadın’ın (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkıp öldürdüler.” Devam edecek…
Bir bizi sindiremediler
Bir de nefislerini
Ellerini yıkadılar
Yüzlerini yıkadılar
Hatta ayaklarını
Ama nafile
Yine temizlenemediler
Geleceğe de tohum ekip
Alınlarını secdeye koyup
Allah din kitap demelerine rağmen
Neyseler yine öyle kaldılar
Pislikleriyle başbaşa
Sadık Erenler
Bir ülkede beceriksiz yöneticiler işbaşında iseler, o ülkede güzel işlerin yapılması beklenemez. Türkiye yıllarca işini bilmeyen yöneticilerin elinde hallaç pamuğu gibi sağa sola savruldu durdu. Kendi egemenliklerinin sürmesini böl, parçala ve yönet sistemine göre kuranlar, kardeşin kardeşi kırmasına her türlü zemini de böylece hazırlamış oldular. İster ekonomik nedenlerle olsun, ister inançsal nedenlerle bir kesimin diğer bir kesimi ötekileştirerek kendine düşman bellemesi bazı çevrelerin ekmeğine de yağ sürer olmuştur. Ülkeyi yönetenlerin bu acımasız ve düşüncesiz davranışları da boyutları aşarak insanları katletmeye değin uzanmıştır. Ülkenin ekonomisinin dış devletlere bağlı olması zamanla bir siyasi bağımlılığı da birlikte getirmiş ve siyasi sürecin gelgitlerini onlar programlar olmuştur. Kahramanmaraş’ta yaşanan o süreç de ülkeyi karışıklığa sürüklemek isteyenlerle onlara çanak yalayıcılığı yapanların düşündükleri ve yaşama geçirmekte oldukları bir senaryonun ilk oynanan perdesidir.
Maraş’ta yaşananların bir etnik arındırma olduğunun artık bilincindeyiz. Nasıl ki 1938 Dersim Katliamı bir kültürel ve inançsal soykırım ise, aynısı Maraş Katliamı için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine uygun harekat Dersim’de nasıl acımasızca uygulanmışsa, aynı uygulama bu kez de derin devlet ve faşizan örgütler tarafından Maraş’ta da yaşama geçirilmiştir.
Alevi-Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı küçük kesimler kendi yaşadıkları bölgelerden her ne şekilde olursa olsun uzaklaştırılarak büyük şehirlerde asimile edilerek eritilmesine çalışılmıştır. Devlet ve onunla birlikte çalışan organizasyonlar, kuruluş felsefesi gereği taşıdığı kimliğini silikleştirerek homojen bir toplumun parçası olmaya yönelik atılan adımların ilki de değildir, tarihin geri kalan sayfalarına dönüp baktığımızda.
Ta Osmanlı dönemi Şeyhülislamlarından ünlü Ebusuud Efendi’nin “katli vaciptir” fetvaları Maraş için de yazılmıştır.
Alevi Kültürü ve İnancı’nın 1950’lerden sonra kırsaldan şehirlere doğru akması, 1960’larda başlayan Avrupa’ya çalışmaya gidip bir sermaye birikiminin oluşması, sol ideolojiyle birlikte hareket edilmesi ve Maraş’ta güçlü bir potansiyel haline gelmesi devleti ve devletle birlikte çalışan yan örgütleri korkutmuş, akabinde de gizli eller değil, gözle görülür bir elle olayların yaşanması startı verilmiştir. Ve katliam altta da yazdığım gibi gerçekleşmiştir.
1978 yılında ki Kahramanmaraş olayları, daha da gerçeği Maraş katliamı 19 Aralık ile 26 Aralık tarihleri arasındaki bir haftalık süre içinde yaşanmış ve heryer kan gölüne dönmüştür. Cumhuriyet tarihinin de en kanlı sayılacak önemli olaylarından biridir ve ülkeyi 12 Eylül faşizmine götüren nedenlerden biri olarak da kabul edilir. Ülkede kargaşa yaratıp, insanları birbirine düşürerek normal yaşam koşullarının ortadan kaldırılmasıyla oluşacak olağanüstü koşulların getireceği günlerin özlemiyle yananlar tarafından düzenlenmiş ve yaşama geçirilmiştir.
Katliamın hedefinde sol görüşlü Sünniler ve Aleviler hedef alınmış olsa da katledilenlerin içinde çocuklar, yaşlı insanlar ve hamile kadınlar da vardır.
Eski başbakan rahmetli Bülent Ecevit’in arşiv belgelerine göre MİT’in (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve Arparslan Türkeş’in birlikte düzenledikleri bir olaydır.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş katliamının açıklığa kavuşturulması için özel bir ekip görevlendirmiş ve bu ekip yaptığı çalışmalarla elde edilen sonucu İçişleri Bakanlığına sunmuştur. Ancak raporun içeriği gizli tutulmaya çalışılmışsa da Gündem Dergisi bu raporun bir kısmını elde ederek yayınlamıştır.
Raporda şu bölümler yer almıştır.
18 Aralık 1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir.
15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filmi gösterilecekken Adana Maraş ÜGD şubesine gelen iki şahsın getirdiği “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi 16 Aralık’ta gösterime sokulmuştur.
Olaylardan önce, Ankara ili Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahraman Maraş iline gittikleri öğrenilmiştir.
22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi yapılır. Yapılan araştırmalarda “ Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla arayarak; ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ der. Muhittin Turgut ise; ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını verir.
Siyasi ve ekonomik nedenlerle körüklenen Alevi- Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde 19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’na, ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ isimli filmin gösterimi sırasında patlayıcı madde atıldı. Daha sonra sinemaya bombayı ÜGD Maraş derneği üyelerinden Ökkeş Şendiler’in attığı anlaşıldı. Sinemadaki bombalama eylemi sağcı kesimler tarafından solcuların attığı şeklinde dile getirilince kalabalık bir sağcı grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırıldı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdiler.
Maraş gergindir. Tüm mahalleler tedirgin bir bekleyişin sürecine girmiştir. Hele Alevi ve solcu mahalleleri senaryosu yazılıp sahneye konan oyunun onların üzerine yıkılmaya çalışılan karabulutların getireceği fırtınalı havayı sezmektedirler.
İlk sahne açılıp kapanmıştır iki öğretmenin canını alarak…
22 Aralık, yasın göğe yükseldiği anın en yakın tanığıdır. Faşistlerce katledilen öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken yine olaylar tırmanmaya başlar. Cuma gününe denk gelen o gün Cenazelerin getirildiği camide bulunmakta olan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarlar ve “Koministlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz,” sloganları atmaya başlarlar. Hırsızla, namussuzla, ahlaksızla yana yana namaz kılmaktan gocunmayan o basiretsiz grup, oyunlara kurban edilen iki aydın insanın, iki öğretmenin cenazesinin camiden dualarla uğurlanmasına tepki gösterirler. Sonra da Sünni mahallelerinde yazılan senaryonun gereği söylentiler yayılır. Güya; cenaze törenine katılanlar camileri ateşe vermiştir, Koministler ve Aleviler cami bombalayacaklardır, dedikoduları ile binlerce kışkırtılmayı bekleyen kitleler kışkırtılılırlar. Yalan üzerine kurulan yalanlar, yalanlara inanmakta beceri kazanan kitleleri hemen birbirine kilitler. 23 Aralık sabahından itibaren kesici aletini, baltasını, silahını ve sopasını kapan o cahil zümre, yönlerini Alevi mahallelerine ve önceden işaretlenmiş Alevilere ve solcu Sünnilere ait ev ve işyerlerine saldırmaya başlarlar.(Tarih tekerrürden ibarettir: Osmanlı padişahı Yavuz da Alevileri katletmeye başlamadan önce onları memurları vasıtasıyla defterlere kayderttirmişti.). Yıllardır birlikte yaşayıp bir Alevinin en küçük bir şiddetiyle karşılaşmayan Sünni kitle, tarihin yüreklerine ektiği kin tohumlarıyla, içi nedense bilinmez bir öfkeyle bilenmiş olarak soluğu Alevi mahallelerinde alırlar.
Üç gün yemeyip içmeyip saldırdılar. Ne ev koydular önlerine çıkan ne de işyeri. Alevilere ait olduğunu bildikleri bir dikili ağacı bile ateşe vermekten çekinmediler. İşsizliklerinin, evde çektikleri karı dırdırının, çalıştığı işyerinde ustasından işittiği azarın, süt vermeyen ineğinin, yumurtlamayan tavuğunun, koca bulamayan evde kalmış kızının, çektiği yoksulluğun acısını yüreklerinde insafsızlaşan keskinliğiyle, herşeyin suçlusu saydıkları Alevilere üç gün üç gece, hem de hiç yorgunluk duymadan tatlı bir iç huzuruyla saldırdılar.
Resmi veriler ortalık durulduğunda açıklandı. İçlerinde hamile kadınların ve çocukların da bulunduğu 111 kişi ölmüş, 1000’den fazla da yaralı vardı. Çoğu Alevi ve solculara ait 552 ev, 289 işyeri, yakılıp yıkılarak tahrip edilmişti. Resmi olmayan rakamlar ise, ölü sayısını 500 olarak telafuz ediyordu. Bir itfaiye eri, “kendisinin 250 ceset gömdüğünü “ söylemiştir. Artık evlerinde karınları tok, sırtları pek, rahatlıkla huzur içinde uyuyabilirlerdi inancı bütün insanlar. Nasıl olsa günahlardan kanlar dökerek arınmışlardı.
Alevilerin yüzde sekseni katliamın ardından Kahramanmaraş’ı terketti.
Peki tüm bunlar olurken, ülkenin ve vatandaşın can güvenliğinden sorumlu olan kolluk kuvvetleri neredeydi? O kolluk kuvvetleri de saldıranlara bir zarar gelmesin diye erketede bekliyorlardı. Şehirde devlet otoritesi yerle bir olmuştu. Bu arada kamu kurumları da zarar görmüştü.
Olaylar 25 Aralık gecesinden itibaren şiddetini yitirip azalmaya başlamış, 27 Aralık günü de sona ermişti. Bir haftadır süren olaylar sonunda Kahramanmaraş şehri bir mezarlığa dönmüştü.
Olaylar sırasında şehre giren Aydınlık gazetesi yazarı Taner Kutlay fotoğraf makinesi ile yaşanan tüm vahşeti belgeler.
Canlı Tanıklar anlatıyorlar:
Kahramanmaraş şehrinde yaşanan 19 Aralık – 26 Aralık 1978 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede en şiddetli saldırılar Alevilerin toplu halde yaşadıkları Yörükselim mahallesine yöneliktir. Yobazların ve ırkçı faşislerin neler yapabileceklerini tahmin eden Yörükselim mahallesi sakinleri mahallenin giriş yerlerine barikatlar kurarak saldıranlara karşı büyük bir direnç gösterip onların mahallenin içlerine ulaşarak daha büyük bir katliamın yaşanmasını engellediler. Evlerin çatılarına çıkıp oralardan içerlere sızmaya çalışan sağcı kesimden de ölenler ve yaralananlar oldu. Özellikle kadınların, çocukların ve yaşlıların hedef alındığı öldürme olayları ise, en çok Yusuflar, Tekke ve Namık Kemal ile Serimtepe mahallesinde gerçekleşti. Çünkü buralarda sayıca az ve işaretlenmiş olan Alevi evleri kendilerini koruma imkanından yoksundular. Katliam sırasında bizzat komşuları tarafından öldürülenler dahi olmuştu.
Kahramanmaraş olaylarından sonra evini barkını terkedip İngiltere’de yaşamaya başlayan ve katliam sırasında 12 yaşında olan canlı tanık Hayri Ergönül’ün gözleri önünde babası, annesi, ağabeyi ve o anda evde bulunan iki misafiri öldürülür .
Habertürk gazetesine bunları şöyle anlatır.
“Olaylar iki öğretmenin vurulmasıyla başladı. Babam herkesle iyi geçinen bir insandı. ‘Evden çıkmasak bir şey olmaz‘ dedi. Ancak süreç babamın dediği gibi gelişmedi. Çünkü bizimkisi de dahil Alevi evleri işaretlenmiş. 1500-2000 kişi oturduğumuz Serimtepe mahallesine geldi. Ellerinde baltalar, demir sopalar, kesici aletler, dinamitler vardı. İçeri benzin atıp tavanı delmeye çalıştılar. İlk olarak evdeki yangını söndürmeye çalışan annem Güley Ergönül vuruldu. Ardından babam İmam Ergönül, ağabeyim Hüseyin Ergönül ile evdeki iki misafirimizden biri olan Mahmut Ünal vuruldu. Ben evdeki diğer misafirimiz Hacı Bektaş Bozkurt’la aynı odada kalıyordum. İçeri giren silahlı iki adam bizi dışarı çıkardı. Dışarı çıkarılınca bir anda kalabalık 20’li yaşlardaki Bozkurt’a saldırıp onu vura vura linç ettiler. Küçük olduğumdan, beni tanımadıklarından kalabalık içine karışıp kaçabildim.”
Hayri Ergönül, babasını vuran kişinin mahalleden komşuları olan ve karşılaştıklarında selamlaştıkları M.B. adlı emniyette çalışan bir gece bekçisi olduğunu iddia ediyor: “Komşumuz bile bize saldırdı. İkisi kız üç kardeşim daha katliamdan kurtuldu. Amcamın yanına sığındık. Herşeyimiz yanmış, yağmalanmıştı. Tek bir şeyimizi bile kurtaramadan Maraş’tan ayrıldık.”
Maraşta’ki olayların karşılıklı bir çatışma olmadığını söyleyen Hayri Ergönül son olarak şunları ekliyor: “Geliştirilen planlı katliamdı. Savunmasız insanları, yaşlıları, çocukları öldürdüler. Hamile kadınların karnı deşildi. Ben bunların şahidiyim.”
Kahramanmaraş tanıkları arasında sadece yakınlarını kaybedenler bulunmuyor. Olaylar sırasında Maraş’ta üstteğmen rütbesiyle görev yapan Ümit Aydil, Dostluk ve Dayanışma derneği’nin desteğiyle hazırlanan Maraş katliamı belgeselinde tanık olduğu bir vahşeti şöyle anlatır:
“Bir eve girdim. Duvara yakın bir kadın yerdeydi. Duvarda bir şey vardı. Başta kestiremedik. Kadını çekince anladık. Büyük bir olasılıkla kadına satırla vurulunca cenin fırlamış. Göbek bağı kopmamıştı ve cenin duvardaydı. Komando bıçağıyla cenini kazdık. Torbaya mı koyalım rahme mi koyalım bilemedik. Ve torbada mefta’nın (ölünün) önüne koyduk. İnanılmaz bir olaydı.”
Yine Piyade Yüzbaşı Sedat Kiper, mahkemede 23 Aralık günü yanan bir eve gittiklerinde evin önünde biri kadın üç ceset bulduklarını söylüyordu.
Yörükselim mahallesindeki o ölüm kalım mücadelesinin tanıklarından biri olan bir yıl sonra yasadışı bir sol örgüte üye olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. 12 Eylül darbesinin ardından olayların başlamasına neden olan iki solcu öğretmenin öldürülmesi onun üstüne yıkılmak istendi. Suçu kabul etmesi çin aylar süren ağır işkencelere tabi tutuldu. Hatta bu işkencelere tanık olan Sedat Caner adlı polis, 14 yıl önce Nokta Dergisi’ne verdiği röportajda Kapan’ın en uzun süreyle işkence gören mağdur olduğunu anlattı.
İşkencelere karşın suçlandığı konudan berat eden Kapan tanıklıklarını Habertürk’e şöyle anlatır: “Yörükselim mahallesine dört koldan saldırdılar. Saldırganların başında Maraşlı olmayanlar vardı. Bunlar yürüyüş başlayınca ortadan kayboldu. Kalabalık,’Koministlere, Alevilere ölüm, onların kanları helal diye bağırıyordı. Asker, polis yok ortada. İki gün sürdü çatışmalar. Evlerin çatısına çıkıp ateş açarak direndik. Mahallenin nüfusu öğretmenlerin cenazesi için gelenlerle 20 bin’e çıkmıştı. Halen o anları anlatırken tüylerim diken diken olur. Sayısız defa ölümle karşı karşıya geldik. Bir sokak geçilse belki 20 bin kişi de ölecekti.”
Hamit Kapan ayrıca şu ilginç iddiayı da ortaya atar: ”Onlara Alevilerin ve Koministlerin sırtının derisinin altında cennetin anahtarları olduğu söylenmiş. Bizi gelip öldürüp sırtımızdaki derinin altını açacaklar cennete gidecekler.”
Hamit Kapan, katliamda akrabası olan Dönmez Ailesi’nin üç bireyinin öldürüldüğünü belirterek: “Evleri basılıyor. İki erkek akrabam adeta kesilerek evde öldürülüyor. Yaşlı kadın akrabamın organına kazık çakılıyor. Kadın ölmedi. Bir yıl felçli yaşadıktan sonra intihar etti.”
Kahramanmaraş katliamı bir hafta sürmüş ve Kahramanmaraş’ın da aralarında bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmişti. Olaylara karıştıkları gerekçesiyle yüzlerce kişi gözaltına alındı. Çoğunluğu sağ görüşlü olmak üzere 804 kişi hakkında dava açıldı. Çok sayıda kişi mahkemede tanık olarak dinlendi. Mağdurların ifadeleri dinleyen insanları dehşete düşürüyordu.
Nedim Şahhüseyinoğlu’nun “Yakın Tarihimizdeki Katliamlar” adlı kitabına aldığı Kahramanmaraş katliamı davasının gerekçeli kararından üç mağdurun ifadeleri şöyle. Yeter İşbilir: “ Evi önce kurşunladılar, sonra kazma ve baltayla kapıyı kırıp içeri girdiler. Tahta ile başıma vurmak isterken elimi siper ettim. Hem elim hem kolum ağır yaralandı.. Bir fırsat bulup dışarıya kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe ile kızı Sebahat’ın kan içinde yattıklarını, üzerlerine televizyon, briket, taş, tahta parçaları yığıldığını gördüm. Ben de üzerlerine düştüm. Sonra kendime gelip kaçmaya başladım. Arkadan ateş ettiler, omzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısına vurdum, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşup beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ’Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim,’ dedim. Birisi,’Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni caddeye götürdüler. Caddede Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopayla dövüyorlardı. Biri Mehmet’e ‘Neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım Ali Rıza, eşi Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler.”
Kamil Berk: “ Allah’ını, Peygamberini seven, eli balta, sopa, silah tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, koministleri içimizden temizleyelim” çağrısıyla ve bağırmalarıyla saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler gelip saldırganları aşağı indirdi. Öğleden sonra benzin şişeleriyle yine geldiler. Alevilerin evlerine saldırıp benzin şişelerini pencereden içeri attılar, arkasından ateşledikleri gazlı bezleri atıp evleri ateşe verdiler. Bir yandan da uzun menzilli silahlarla ateş etmeye başladılar. Kokudan kaçıp kurtulmak isteyenleri arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki altı aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Biz içeride birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem de korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler.”
Maviş Toklu: “Mahallemizin Muhtarı Mehmet Y. ile Fevzi G.’nin başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük küçük demeyin, Koministlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Kapımızı kırıp içeri girdiler. Kocamı (Kalender Toklu) alıp bahçeye çıkardılar.’Kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın, diye yalvardım. Muhtar, ‘çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum,’ dedi. ‘Karaoğlan kim? diye sorduğumda, ‘Ecevit,’ dedi. Kocamı gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Sonra yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu işkence ederek öldürdüler. Daha sonra karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evini bastılar,’gel nene, gel nene’ diyerek dışarı çıkardılar. Gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için olanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Y. ile Nuri B. Tornavida ile Cennet Kadın’ın (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkıp öldürdüler.”
Bir bizi sindiremediler
Bir de nefislerini
Ellerini yıkadılar
Yüzlerini yıkadılar
Hatta ayaklarını
Ama nafile
Yine temizlenemediler
Geleceğe de tohum ekip
Alınlarını secdeye koyup
Allah din kitap demelerine rağmen
Neyseler yine öyle kaldılar
Pislikleriyle başbaşa
Sadık Erenler
Bir ülkede beceriksiz yöneticiler işbaşında iseler, o ülkede güzel işlerin yapılması beklenemez. Türkiye yıllarca işini bilmeyen yöneticilerin elinde hallaç pamuğu gibi sağa sola savruldu durdu. Kendi egemenliklerinin sürmesini böl, parçala ve yönet sistemine göre kuranlar, kardeşin kardeşi kırmasına her türlü zemini de böylece hazırlamış oldular. İster ekonomik nedenlerle olsun, ister inançsal nedenlerle bir kesimin diğer bir kesimi ötekileştirerek kendine düşman bellemesi bazı çevrelerin ekmeğine de yağ sürer olmuştur. Ülkeyi yönetenlerin bu acımasız ve düşüncesiz davranışları da boyutları aşarak insanları katletmeye değin uzanmıştır. Ülkenin ekonomisinin dış devletlere bağlı olması zamanla bir siyasi bağımlılığı da birlikte getirmiş ve siyasi sürecin gelgitlerini onlar programlar olmuştur. Kahramanmaraş’ta yaşanan o süreç de ülkeyi karışıklığa sürüklemek isteyenlerle onlara çanak yalayıcılığı yapanların düşündükleri ve yaşama geçirmekte oldukları bir senaryonun ilk oynanan perdesidir.
Maraş’ta yaşananların bir etnik arındırma olduğunun artık bilincindeyiz. Nasıl ki 1938 Dersim Katliamı bir kültürel ve inançsal soykırım ise, aynısı Maraş Katliamı için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine uygun harekat Dersim’de nasıl acımasızca uygulanmışsa, aynı uygulama bu kez de derin devlet ve faşizan örgütler tarafından Maraş’ta da yaşama geçirilmiştir.
Alevi-Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı küçük kesimler kendi yaşadıkları bölgelerden her ne şekilde olursa olsun uzaklaştırılarak büyük şehirlerde asimile edilerek eritilmesine çalışılmıştır. Devlet ve onunla birlikte çalışan organizasyonlar, kuruluş felsefesi gereği taşıdığı kimliğini silikleştirerek homojen bir toplumun parçası olmaya yönelik atılan adımların ilki de değildir, tarihin geri kalan sayfalarına dönüp baktığımızda.
Ta Osmanlı dönemi Şeyhülislamlarından ünlü Ebusuud Efendi’nin “katli vaciptir” fetvaları Maraş için de yazılmıştır.
Alevi Kültürü ve İnancı’nın 1950’lerden sonra kırsaldan şehirlere doğru akması, 1960’larda başlayan Avrupa’ya çalışmaya gidip bir sermaye birikiminin oluşması, sol ideolojiyle birlikte hareket edilmesi ve Maraş’ta güçlü bir potansiyel haline gelmesi devleti ve devletle birlikte çalışan yan örgütleri korkutmuş, akabinde de gizli eller değil, gözle görülür bir elle olayların yaşanması startı verilmiştir. Ve katliam altta da yazdığım gibi gerçekleşmiştir.
1978 yılında ki Kahramanmaraş olayları, daha da gerçeği Maraş katliamı 19 Aralık ile 26 Aralık tarihleri arasındaki bir haftalık süre içinde yaşanmış ve heryer kan gölüne dönmüştür. Cumhuriyet tarihinin de en kanlı sayılacak önemli olaylarından biridir ve ülkeyi 12 Eylül faşizmine götüren nedenlerden biri olarak da kabul edilir. Ülkede kargaşa yaratıp, insanları birbirine düşürerek normal yaşam koşullarının ortadan kaldırılmasıyla oluşacak olağanüstü koşulların getireceği günlerin özlemiyle yananlar tarafından düzenlenmiş ve yaşama geçirilmiştir.
Katliamın hedefinde sol görüşlü Sünniler ve Aleviler hedef alınmış olsa da katledilenlerin içinde çocuklar, yaşlı insanlar ve hamile kadınlar da vardır.
Eski başbakan rahmetli Bülent Ecevit’in arşiv belgelerine göre MİT’in (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve Arparslan Türkeş’in birlikte düzenledikleri bir olaydır.
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş katliamının açıklığa kavuşturulması için özel bir ekip görevlendirmiş ve bu ekip yaptığı çalışmalarla elde edilen sonucu İçişleri Bakanlığına sunmuştur. Ancak raporun içeriği gizli tutulmaya çalışılmışsa da Gündem Dergisi bu raporun bir kısmını elde ederek yayınlamıştır.
Raporda şu bölümler yer almıştır.
18 Aralık 1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir.
15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filmi gösterilecekken Adana Maraş ÜGD şubesine gelen iki şahsın getirdiği “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi 16 Aralık’ta gösterime sokulmuştur.
Olaylardan önce, Ankara ili Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahraman Maraş iline gittikleri öğrenilmiştir.
22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi yapılır. Yapılan araştırmalarda “ Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla arayarak; ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ der. Muhittin Turgut ise; ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını verir.
Siyasi ve ekonomik nedenlerle körüklenen Alevi- Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde 19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’na, ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ isimli filmin gösterimi sırasında patlayıcı madde atıldı. Daha sonra sinemaya bombayı ÜGD Maraş derneği üyelerinden Ökkeş Şendiler’in attığı anlaşıldı. Sinemadaki bombalama eylemi sağcı kesimler tarafından solcuların attığı şeklinde dile getirilince kalabalık bir sağcı grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırıldı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdiler.
Maraş gergindir. Tüm mahalleler tedirgin bir bekleyişin sürecine girmiştir. Hele Alevi ve solcu mahalleleri senaryosu yazılıp sahneye konan oyunun onların üzerine yıkılmaya çalışılan karabulutların getireceği fırtınalı havayı sezmektedirler.
İlk sahne açılıp kapanmıştır iki öğretmenin canını alarak…
22 Aralık, yasın göğe yükseldiği anın en yakın tanığıdır. Faşistlerce katledilen öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken yine olaylar tırmanmaya başlar. Cuma gününe denk gelen o gün Cenazelerin getirildiği camide bulunmakta olan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarlar ve “Koministlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz,” sloganları atmaya başlarlar. Hırsızla, namussuzla, ahlaksızla yana yana namaz kılmaktan gocunmayan o basiretsiz grup, oyunlara kurban edilen iki aydın insanın, iki öğretmenin cenazesinin camiden dualarla uğurlanmasına tepki gösterirler. Sonra da Sünni mahallelerinde yazılan senaryonun gereği söylentiler yayılır. Güya; cenaze törenine katılanlar camileri ateşe vermiştir, Koministler ve Aleviler cami bombalayacaklardır, dedikoduları ile binlerce kışkırtılmayı bekleyen kitleler kışkırtılılırlar. Yalan üzerine kurulan yalanlar, yalanlara inanmakta beceri kazanan kitleleri hemen birbirine kilitler. 23 Aralık sabahından itibaren kesici aletini, baltasını, silahını ve sopasını kapan o cahil zümre, yönlerini Alevi mahallelerine ve önceden işaretlenmiş Alevilere ve solcu Sünnilere ait ev ve işyerlerine saldırmaya başlarlar.(Tarih tekerrürden ibarettir: Osmanlı padişahı Yavuz da Alevileri katletmeye başlamadan önce onları memurları vasıtasıyla defterlere kayderttirmişti.). Yıllard

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler