Alevi Haber Ağı

Alevi Haber Ağı Web Sitesi

Adana Askeri Ceza evinde KEMAL PİR ile ilgili bir anı

– Rıza Aydın-

**
Koğuşa geldiğimden ne kadar bir zaman geçmişti bilmiyorum, Kemal Pir, birgün yanıma geldi, Rıza seninle konuşmamız gereken önemli bir konu var, gelde sakin bir yerde bunu konuşalım dedi. Koğuşun bahçesinde bir köşeye çekilip konuştuk. Dedi ki Kemal Pir, Rıza yârin ya da birgün bizi buradan Urfaya ya da Diyarbakır’a götürecekler, sana bir tembihim, senden bir isteğim var dedi. Bu cezaevi daha yeni, ilerde devlet içinize ajanlar falan sokup sizi birbirinize düşürür. Bunun için bütün bir siyası koğuşu, mahkûmlar sendikası gibi bir örgütlenme çatısı altında örgütlemek gerekir. Bir sendikayı düşün, nasıl fabrikada çalışan bütün işçiler, fabrikada örgütlü olan sendikanın üyesi oluyorlarsa, sizde mahkûmlar sendikası gibi örgütleyeceğiniz komiteye, devletinin siyası suçlu görüp cezaevine attığı herkesi üye edin. Şu görüşten, bu yapıdan diye hiçbir ayrım yapmayın, devletin siyasi suçlu diye buraya attığı herkesi siyası koğuş komitesinin içine alın. Biz gittikten sonra, bizim arkadaşlarımız içinde, bu konuda siyasi koğuşa öncülük edecek, bu konuda inisiyatif alacak yetkin bir arkadaşımız kalmıyor ama arkadaşlarımız çok yiğit insanlardır, ben konuştum, sıkı sıkıya tembih ettim, senin öl dediğin yerde ölecekler, öldür dediğin yerde öldürecekler, yalnız ki sen bir adım at” dedi. Bu konuşmamızdan sonra, birkaç gün sürmedi Kemal Pir gili, başka bir cezaevine sevk ettiler.
Kemal Pir, üzerime böyle bir sorumluluk yükleyip gittikten hemen sonra gidip, bunu, Devrimci yolun sorumlusu olan, o zaman orada Ali Yavuz diye tanınan Veli Eskili ile konuştum. Sonra bu konuyu İsmail Şahin’le Haldun Çelik’le de beraberce konuşup bunun doğru bir adım olacağına karar verdik. Veli Eskiliden şunu istedim, ben bu işi yapacaksam, benim eskiden buyana ilişkim olan Adem Kütük gibi arkadaşlardan, yardım isteyip, onlara emir vermeme izin vereceksin dedim; Ali Yavuz da gülerek, “tamam komutan dedi, eski yetkilerine sahipsin”.
Bunun üzerine, bütün siyası gurupların temsilcilerini bir toplantıya çağırıp, durumu izah edip konuştum. Siyası koğuşu yönetip, cezaevi idaresi karşısında siyası koğuşu temsil edecek bir komite kurduk. İlk etapta komitede dört kişi vardık; PKK’den bir kişi, Devrimci Yoldan Yusuf Cin, bağımsızlardan Zekerya Turan Bayburt, birde ben. Önce, bizi temsilen, cezaevi idaresiyle görüşmeye, Zekerya Turan Baybur’u gönderdik. Zekerya cezaevi idaresi ile bir defa görüşmeye gidip geldikten sonra bu işi yapamayacağını söyleyip çekildi; o zaman bu işi benim yapmama karar verdik.
Hayatımda ilk defa böyle diplomatik bir iş için, siyası tutukluları temsilen, devletin temsilcili bir komutanın karşısına çakacaktım. O zamanlar, Askeri cezaevinin müdürü, Halil Dayıoğlu adında bir binbaşıydı. Halil Dayıoğlu, Kıbrıs çıkartması sırasında, esir alınan kişileri tutuklu olarak getirildiğinde de askeri hapishanenin cezaevi müdürlüğünü yapmış bir kişiydi. Kapıdaki nöbetçilere, siyası tutukluların seçtiği komite başkanı olarak, komutanla görüşmek istediğimi söyledim, beni askerlerin nezaretinde müdüriyete götürdüler. Askeri cezaevi müdürlüğüne girdim, geniş bir odanın içinde, büyükçe bir masanın arkasında, cezaevi müdürüm Binbaşı Halil Dayıoğlu son derece görkemli bir şekilde oturuyordu.
Komutan merhaba, ben siyası tutukluları temsilen, hem sizinle tanışmak hem de sorunlarımızı arz etmek için, arkadaşım Yusuf Cin ile beraber makamınıza geldim, adım Ali Rıza Aydın, bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum dedim. Neymiş bu sorunlarınız, söyle bakalım dedi. Oradaki sandalyeleri göstererek, izin verirseniz oturabilir miyim dedim. Siz burada esirsiniz, bende devleti temsil ediyorum, ne söylemek istiyorsan, ayakta söyle dedi. Komutanım biz esir olmuş olabiliriz ama her şeyden evvel insanız, ayrıca sizin gibi saygın Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları olan insanların çocuklarıyız, bizi insan olarak kabul edip, boşta duran sandalyelere oturun demezseniz, görüşemeyiz ki dedim. Biraz düşündü, oturun bakalım dedi. Sandalyelere oturduk. Oturunca, komutanım biz buraya, sizinle tanışmak için geldik, sorunlarımız oldukça bunları gelip size arz edeceğiz, misafire çay ikram etmek Türk halkının bir geleneğidir, birde çayınızı içip gideceğiz dedim. Zile bastı, kapıdaki asker, içeri girip, serçe topuk çakarak emredersiniz komutanım dedi, Halil Dayıoğlu bize çay söyledi, çayımızı içip, teşekkürlerimizi bildirerek, izin isteyip çıktık. Böylece siyası koğuşun temsilcisi olduğumuzu, deklere etmiş olduk.
Birkaç gün sora da, Halil Dayıoğlu, siyası tutukluların temsilcileri olarak bizi makamına çağırdı. Dedi ki, arkadaşlarınıza tembih edin, kaçmaya, buradaki huzuru bozmaya yeltenen olursa, hepinize karşı tavrım çok sert olur bunu bilesiniz dedi. Halil Dayıoğluna dedim ki, komutanım size karşı hem açık hem de çok dürüst olacağım, siz de söylüyorsunuz, biz burada esiriz, biz buraya gönüllü gelmedik, bundan dolayı da fırsatını bulursak kaçarız, bu konuda sorumluluk kabul etmem, biz kaçmaya çalışcağız, sizde buna engel olmaya çalışacaksınız; durum bu dedim.
Komitemizin hem koğuş içinde arkadaşlarımız nezlinde, hem de idare karşısında saygınlığımız artmıştı. İlginç şeylerle karşılaşıyordum. Örneğin birgün Özgür adında çok genç bir çocuk vardı, Ali Rıza abi Hasan amca beni tokatladı, şikâyetçiyim diye bana geldi, onunla konuşurum deyip gönderdim. Özgür’ün şikâyetçi olduğu Hasan amca, bir hayli yaşlı, Narlıca mahallesinde faşistler ile kavga edip onları yaralamaktan gelmiş, kabadayı tavırları olan biriydi. Hasan amcanın yanına varıp, “Hasan abi, Özgür senden şikayetçi oldu, çocuğu tokatlamışın, çocuğun yaşındaki birini dövmek sana yakışıyor mu dedim. Hasan amca, o kendine has, kabadayı tavrıyla, bak dedi “Rıza kardeş, bilirsin seni severim, ben buraya faşistleri yaralamaktan, geldi, o Özgür denen çocuk, boyuna posuna bakmadan bana faşist dedi, bende ona biriki şaplak attım, şimdi sana biri faşist dese sen ne yaparsın Rıza gardaş” dedi. Yahu Hasan abi” dedim, özgür “sana niye faşist desin, hiç öyle şey olur mu?” dedim. “İnanmıyorsan çağır sor gardaş” dedi. Oradan geçen bir arkadaşa dedim ki nerdeyse bul Özgür buraya gelsin dedim. Özgür geldi. Özgür gelince Özgür’e dedim ki, sen Hasan amcaya faşist demişin öyle mi, niye böyle dedin dedim. Özgür de dedi ki, “Rıza abi, ben hasan amcaya faşist demedim anti faşist dedim” dedi. Bunu duyunca, Hasan amca yine delilendi, bak dedi Rıza gardaş bak, bu çocuk yine şaplağı yiyecek, ulan antisine goyum, faşist faşisttir, bana faşist dersen şaplağı yersin; ulan ben buraya faşistleri dövmekten gelmişim, bacak kadar çocuk gelip bana faşist diyecek olmaz böyle şey” dedi. Baktım ki durum çitti, Özgüre kızdım, bir daha Hasan amcanla konuşurken, dikkatli ol, şimdi git, ben seninle konuşurum dedim.
**
Bir Devrimcinin hatıratı adlı kitabımda Cemal Altınbulduk’u anlattığım bölümden bir parça.

Tarihi not düşmek için yazayım bunları dedim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir