DERSTE ALEVİLİK NASIL ANLATILMALI ?

Rıza Aydın
“Alevi Edebiyatı kaynağını Yunus Emre’den alır, kurucusu ise Kaygusuz Abdal’dır” derler, Abdülbaki Gölpınarlıya ait olan bu görüşe bende katılıyorum. Bu yüzden Alevi edebiyatındaki Aleviliği inceleyecek kişinin, bu yola çıkacağı zaman, ilk iş olarak bunları, yani Yunus Emre ile Kaygusuz Abdal’ı, Nesimi’yi, etüt etmesi gerekir. Aleviliği anlatacak kişi de, sözlerini Alevi âşıklarının deyişlerine dayanarak anlatmalıdır; Alevi düşüncesinin mihenk taşa, Alevi âşıklarının sözleridir. Bu yüzden biz de Alevi âşıkların sözleri ile dersimize başlamalız.
Kaygusuz Abdal, “Sana Âlem görülen hakikatte Allah’tır” der. Aleviliği derste anlatırken de Kaygusuz Abdal’ın bu sözünü, “Kara Tahtaya” yazıp ya da perdeye yansıtıp, bunları açıklayarak söze başlamak lazım.
Ne demek, “Sana Âlem görülen hakikatte Allah’tır?” Kaygusuz Abdal ile aynı çağlarda yaşayan Nesimi de, bir deyişinde aynı manaya gelen şöyle bir söz ediyor: “Her nereye baktın ise orda sen Allah’ı gör” diyor; bunlar bir olgunun farklı izahlarıdır.
Abdülbaki Gölpınarlı, İslam Ansiklopedisine yazdığı, “Kızılbaşlık” maddesinde, “Aleviler, toprağa basarken bile canı incinmesin diye yavaş basarlar” diyor. Alevinin her şeyle muhabbeti Allah’la muhabbeti gibidir. Alevi insana bakınca da onda Allah’ı görür. Bunun için de “Hak beni âdemde” derler; “Men aref sırrı” tabiri bunu anlatır Yunus bunun için, “Bir ben var ki bende, bende içeri” demiştir. Kaygusuz Abdal’ın “Sarayname’si, tamamen bunu anlatır. Bunun için Cemde, birbirlerinin yüzünü görecek şekilde, cemal cemale oturup, ibadet ederler. Her baktığı yerde Allah’ı gören Alevi, insana baktığı gibi kendisine bakınca da, kendi kendinde de Allah’ı gördüğü için “Enel Hak” der. Fikri takip gereği, bu fikri takip ederek, geriye doğru gidersek, bu düşüncenin, Yunus Emre’den, Hacı Bektaş Veli’den, Ahmet Yesevi’den, Baba Kuhi üzerinden 922 yılında derisi yüzülerek öldürülen Hallaç’ı Mansur’a dayandığını görürüz. Gerçi Yunus Emre, “Ezelden benim fikrim Enel Hak idi zikrim / Henüz dahi doğmadan ol Mansûr-ı Bağdâdî” diyor (bakınız: XCIX. Noğlu şiir) olsa da, yazılı tarihe bu söz, Hallaç’ı Mansur ile beraber geçmiştir; bana göre Hallaç’ı Mansur’un, “Enel Hak” sözü, Aleviliğin gönlere çekilen bayrağı gibidir. Hallaç’ı Mansur’dan yaklaşık olarak 15 yıl sonra doğup, 1050’de bu dünyadan göçen Baba Kuhi eş Şirazi de bu konuda düşüncesini şöyle ifade ediyor:
“Çarşıda, manastırda yalnız Allah’ı gördüm.
Düzde, dağda yalnız Allah’ı gördüm.
O’nu gördüm mihnetle hep yanımda
Sevinç de, keder de yalnız Allah’ı gördüm.
Namazda, oruçta, zikirde, senâ ve temâşâda
Peygamberin dilinde yalnız Allah’ı gördüm.
Ne ruh ne beden, ne araz, ne cevher,
Ne keyfiyet, ne sebep, yanlın Allah’ı görümdüm
Gözlerimi açtım; beni kuşatan yüzünün nuru ile
Gözün gördüğü her şeyde yalnız Allah’ı gördüm.
Bir mum gibi eridim ateşinde,
Parlayan alevlerde yalnız Allah’ı gördüm
Açıkça kendimi gördüm kendimi gördüm
Allah’ın gözleriyle bakınca yalnız Allah’ı gördüm
Yoklukta fenâ buldum, kayboldum
Hey! Ben ebediyete erdim yalnız Allah’ı, Allah’ı gördüm.”
Baba Kuhi’nin bu deyişini, “İslam Sufileri” adıyla dilimize çevrilen, Raynold A. Nicholson’un. “The Mystics of İslam” adıyla 1914 yılında Londra’da yayımladığı kitabında gördüm. Baba Kuhi’nin şu sözleri, “Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme” diyen Hilmi Dedebabaya esin kaynağı olmuş gibi:
“Gözlerimi açtım; beni kuşatan yüzünün nuru ile
Gözün gördüğü her şeyde yalnız Allah’ı gördüm.
Bir mum gibi eridim ateşinde,
Parlayan alevlerde yalnız Allah’ı gördüm
Açıkça kendimi gördüm kendimi gördüm
Allah’ın gözleriyle bakınca yalnız Allah’ı gördüm”
Böylece, her baktığın yerde gördüğünün Allah olduğu, sana âlem görünenin, özünde Allah olduğu düşüncesinin,
Kaygusuz Abdal’dan asırlarca önce yaşayıp, 1050 de bu dünyadan göçen Baba Kuhi’ye kadar uzandığını görüyoruz. Bu düşüncenin en olgun haliyle yazılıp, bir kitap olarak ifade edildiği eser ise, Yemini’nin, 1519’da Fazilet –Name adıyla Türkçeye çevirdiği, Şeyh Rukneddin’in yazdığı kitaptır; Şeyh Ruknedin’in kim olduğunu, hangi tarihte yaşadığını ayrı bir ders de konuşabiliriz.
Alevi edebiyatında, daha çok da, devriye deyişlerinde anlatılan bu inanca göre, “Yer yok iken, gök yok iken bu cihan da var olan”, “Kudred Kandilinde balkıyıp duran” bir ışık vardı. Daha ay, güneş, dünya kısaca bu “kevni mekân” (yani evren) yoğuken Kudred Kandilinde balkıyan bir ışık olduğuna inanıyorlar, Aleviler hiçbir şey yokken var olan bu ışığa HAK diyorlar. Alevilerin kendi kendilerine Işıkçı – “Işık Ehli” demeleri, Haktan geldik hakka gideriz demelerimin nedeni bu inançları. Alevi inancına göre, Kudred Kandilinde balkıyıp duran bu ışık, uzaktan bakılınca, bir nokta, tek bir ışık gibi görülüyor olsa da, -bu ışığın- yakına varınca, bu ışığın özünde iki renkten oluştuğu anlaşılıyormuş; bu ışığın, bir yanının “ağ” bir yanının da “yeşil” olduğu, görülüyormuş. Aleviler, hiçbir şey yokken var olan Hak dedikleri bu ışığın “ağ” olan yanına Ali’nin nuru, “yeşil” olan yanına da Muhammedin nurudur demişler, böylece de “Hak Muhammed Ali” kavramı ortaya çıkmış. Alevi âşıklar, Kudred Kandilinde parlayan “Hak”- “Hak Muhammedali” dedikleri bu ışığın üç ayrı nesne değil bir nesne olduklarını söyleyip, buna inanıyorlar. Cem başlarken, bunu temsilen Kudred Kandilinde parlayan o ışığı, o kandilden alıp, cemde ki kandilde uyarıyorlar. Hatayi bunu “Bir kandilden bir kandile atıldım” diye anlatıyor. Bu gün “evren” dediğimiz, Alevi âşıkların kevni mekân dedikleri bu âlemdeki her şey, Hak dedikleri bu ışıktan (bu birden) var olduğu için, Alevi âşıklar “Aynı vardan var olmuşuz”, “Birden geliriz” diyorlar. Nesimi, bu inancından dolayı: “Eğer sival eder isen sırrımdan / Cümlemizi var eyledi varından” diyor; deme ki Alevi sırrı bu, aynı vardan var olmuş olmak. Alevi âşıkların vardan var olduk demiş olmaları önemli. İşte Alevi âşıkları bu inançlarından dolayı da, Kul Himmetin deyişinde olduğu gibi söylersem: “Sabahın seher vaktinde nereye baksalar Hakkı yani Hakkın bir parçası olan Ali’yi görüyorlar; aynayı yüzlerine tutunca da bu inançlarından dolayı yine Aliyi görüyorlar; “Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme” diyorlar. Alevilerin deyişlerinde anlattıkları işte böyle bir dini inanışları var; deyişlerin dilinden anlayan herkes bunu oradan okuyabilir.
Bilim bir kıyaslama sanatıdır. Alevi âşıkların deyişlerinde var olan, Alevilerin bu inançlarını, diğer dinlerin var olan inançları ile kıyaslarsak farkı fark ederiz.
Mesela Musa Peygamberle ile başlayan vahiye dayanan dinlere göre, Allah dünyanın- tabiatın dışındadır, onu yoktan var etmiştir, onu dıştan yönetir. Musa Peygamber, Tur Dağında Allah’la konuşurken, “Allah’ım bana bir defa olsun yüzünü göster” der. Allah da ona, “Lenterani – sen beni göremeyeceksin” der. Hz Muhammed ise miraç da, Allah’la görüşmek için, “Burak” diye bir binite binip, gökyüzüne ağar, yedi kat arşı alaya – gökyüzüne çıkıp, ora da Allah’la konuşur ama yüzünü göremez sadece sesini duyar. Vahiye dayanan bu dinlere göre, Allah mekân sızdır, “Lâ mekândır, şekli şimali yoktur, dünyanın – kâinatın dışından kâinatı yönetir.
Buna karşı Nesimi: “Can gözüyle baktın ise kâinatın aynına / Andan özge nesne var mı hasbeten li’llâhı gör diyor. Nasimi’nin bu sözlerinin, Nazım Hikmetin şu deyişinden ne farkı var bunu da düşünmek gerek: “Yok üstünde tabiatın, tabiattan gayrı kuvvet / Tabiat geniş / tabiat derin / Tabiat uçsuz bucaksız. …”
Alevi âşıklarsa “her baktıkları yerde Allah’ı görürler”. “Her nereye baksam sen varsın orda” diyen Âşık Veysel ise bir deyişinde şöyle diyor: “Zâhir batın her irenkten görülür / Gâni doğar amma gâhi bulunur / Nerde baksan orda hazır bulunur / Kim demiş Hakkkında lâmekan oldu.” Alevi inancına göre Allah her yeri kaplamıştır ama asıl mekânı da insanın gönlüdür, gönül bir Kâbe’dir sözü bu inançlarından gelir. Bunun için gönül kırmak en büyük suçtur.
Alevilerin bu inancı, Tevrat kökenli, vahiye dayanan dinlerin anlayışından temelden farklıdır. Tevrat kökenli, vahiye dayanan dinlerin anlayışına göre, böyle bir varoluş inancını savunmak, örneğin, “Enel Hak” demek, Allaha şirk koşmak anlamında küfürdür. Bir Alevi ulusu olan Hatayi bunun için, bunun bilincinde olarak, “Küfür her mezhepte küfür / Küfür biz de iman olur” der. Pir Sultan ise bu konuda, “Küfür içinde iman vardır / Seçe bilirsen gel beri” der.
Farkı fark edip, olguları bilince çıkarmak bilinçtir. Alevilik derste böyle anlatılmalıdır. Alevilerin varoluş inançları da Alevilik de kendilerine özgü bir yoldur.
Annem, “sözün tümü çocuğa söylenir, dinleyen, anlatandan uz olmalı, leb demeden leblebiyi anlamalı” derdi. Sözden anlayacak olana da bu kadar yeter, “Söyledim günah benden gitti”.
Aşk ile

Sevgili Canlar, yoluna ve ikrarına bağlı olan her Alevi kendisini Alevi Haber Ağı’nın doğal bir muhabir olarak görmelidir.
Oturduğu mahallede, okuduğu okulda, çalıştığı iş yerinde, üyesi olduğu Cemevi’nde ve sokakat haber niteliği taşıyan her durmla ilgili bize görsel veya yazılı haber göndermelidir.
Bu istemimiz Alevi kurum yöneticilerimiz içinde geçerlidir.
Alevi Haber Ağı: Gerçekleri yazacak… Geçekler yazılırken sende katkını sun can…
Saygılar, sevgiler